Ahlakın kaynağı genler mi?
Ahlak kurallarının kaynağı nedir? Bir sürü kalıba girebilen bu kurallar bütünü nereden geliyor? İnanan kesimlere göre Tanrı'dan geliyor. Bazı biyologlar kaynağın evrimleşme sürecindeki bir takım ince detaylardan kaynaklandığını ifade ediyor.
Nicholas Wade / NY Times
İlk bakışta, doğal seleksiyon ve güçlünün hayatta kalması kuramı sadece bencil bir düşünce olarak görülse de, grup halinde yaşayan hayvanlar alemine göz attığımızda, bencilliğin oldukça sınırlı olduğunu görüyoruz ya da sosyal yaşamın içinde çok da avantajlı olmadığını anlıyoruz.
Virginia Üniversitesi'nde psikolog olan Jonathan Haidt, 'The Happiness Hypothesis' adlı kitabında, ahlak olgusunun evrimsel gelişimini din ve politikaya dayandırarak oldukça kapsamlı bir şekilde ele almıştır. Dr. Haidt, çalışmalarına canlılardaki 'iğrenme' duygusunu inceleyerek başlamıştır. İnsanların reaksiyonlarını test ederek, kişilerin bişeylerin yanlış gittiğine dair çok güçlü hisleri olduğu halde, bu hislerini açıklayamamalarını incelemiştir.
Örneğin, aç bir ailenin, akşam yemeğinde bir arabanın altında ezilen köpeklerini pişirerek yemelerinin nasıl bir duygu olacağını ve kişiler üzerinde nasıl bir etki yaratabileceğini anlamaya çalışmıştır. Bu duruma da 'ahlaki şaşırtma' adını vermiştir. Kişilerin yaşamış olduğu bu şaşkınlık, Dr. Haidt'i ahlak veya erdem konusunda iki farklı zihinsel sistem eksen etrafında düşünmeye yöneltmiştir. Bunlardan biri eskiden kalma sistem, diğeri ise modern sistem olarak isimlendirilebilir.
Dr. Haidt'in eskiden kalma olarak nitelendirdiği sistemde, ahlaki önseziler ve de konuşma dilinin gelişmesinden önceki dönemlerde oluşan duygusal merkezli davranışlar ön plandadır. Modern sistem ise kısaca, etik muhakeme olarak adlandırılabilir. Bu süreç de dil kavramının gelişiminden sonra, insanların yanlış ve doğru arasındaki farkı ayırt etmesinden sonraki zamana tekabül eder.
Birçok insana göre tren raylarında duran dört kişinin canına karşılık başka yöndeki bir kişiyi katletmek kabul edilebilir bir davranıştır. Fakat, aynı dört kişinin hayatını kurtarmak için, bir kişiyi tren raylarına göz göre göre atmak herkese aykırı ve yanlış gelir.Geçmişten gelen bilinçaltı kuramı, bir kişiye direk olarak fiziksel zarar vermeyi hiçbir şekilde kabul edemiyor.
Dr. Haidt'in teorisine göre, ahlaki şaşırtma da zaten, etik bir muhakeme yetisinin başarısız olması halinde ortaya çıkan bir durumdur.
O halde evrimleşme süreci, bir tanesi yeterli gibi görünürken, neden beyni iki ahlaki sistemle donatmıştır?
Jonathan Haidt, insanoğlunun oldukça karmaşık bir zekaya sahip olduğunu ve bu engin zekanın her soruna dil kökenli bir neden yarattığını söylüyor. Ayrıca insanın bilinçaltında yarattığı ahlaki veriyi file benzetirken, bilinci de o filin üzerindeki biniciye benzetiyor. Filozofların ve psikologların da sadece filin üzerindeki biniciye odaklanmalarının onları daha dar bir bakışa ve yanılgıya sürüklediğini ima ediyor.
Ortak beş unsur
Hindistan gezisinden sonra Haidt, antropoloji ve psikoloji bilimini tüm incelikleriyle tararken, ahlakın her kültürde ortak olan beş unsurunun varlığını keşfettiğini itiraf ediyor. Bunların bir kısmı şahısların korunmasını sağlarken, diğerleri de bir grubu bir arada tutmak için bağlayıcı bir görev üstleniyor.
Kişileri korumaya endeksli beş ahlak unsurundan biri insanları korumayı hedeflerken, diğeri de adalet duygusuna vurgu yapıyor. Kalan üç unsur da tamamen bağlayıcı bir görev üstleniyor. Yani insanları bir arada tutmak için programlanmış. Bu detayların hepsi otorite ve hiyerarşiye saygı ve biraysel saflığı güçlendiriyor.
Kişisel gelişime baktığımızda da bu beş ahlaki unsur, çocukları belli meziyetlere yönlendirmek için çalışıyor. Çünkü aslında bu meziyetler öğreniliyor ve kültürden kültüre farklılık gösteriyor. Batı toplumları,ahlakı tamamen adalet prensipleri üzerine konsantre etmeye uğraşırken, farklı toplumlarda bencillik daha baskın bir ahlak şekli haline gelebiliyor.
Ahlak ve kutsallık fikri birbirine bağlı iki olgudur. Günümüzde güncelliğini ve önemini yitirmiş olsa da, aslında kökenini sosyolojinin kurucusu Emile Durkheim'dan alır.
Din ve inanç da etkili
Dr. Haidt, din ve inanç faktörünün, insanoğlunun evrimleşmesinde oldukça etkili olduğunu da belirtiyor. 'Eğer dine dayanan bir aklımız olmasaydı, grup bilincini oluşturmak da çok zor olurdu' diyor Haidt.
Derleyen: Tolga Kamiloğlu
KAYNAK: //www.ekolay.net/
Nicholas Wade / NY Times
İlk bakışta, doğal seleksiyon ve güçlünün hayatta kalması kuramı sadece bencil bir düşünce olarak görülse de, grup halinde yaşayan hayvanlar alemine göz attığımızda, bencilliğin oldukça sınırlı olduğunu görüyoruz ya da sosyal yaşamın içinde çok da avantajlı olmadığını anlıyoruz.
Virginia Üniversitesi'nde psikolog olan Jonathan Haidt, 'The Happiness Hypothesis' adlı kitabında, ahlak olgusunun evrimsel gelişimini din ve politikaya dayandırarak oldukça kapsamlı bir şekilde ele almıştır. Dr. Haidt, çalışmalarına canlılardaki 'iğrenme' duygusunu inceleyerek başlamıştır. İnsanların reaksiyonlarını test ederek, kişilerin bişeylerin yanlış gittiğine dair çok güçlü hisleri olduğu halde, bu hislerini açıklayamamalarını incelemiştir.
Örneğin, aç bir ailenin, akşam yemeğinde bir arabanın altında ezilen köpeklerini pişirerek yemelerinin nasıl bir duygu olacağını ve kişiler üzerinde nasıl bir etki yaratabileceğini anlamaya çalışmıştır. Bu duruma da 'ahlaki şaşırtma' adını vermiştir. Kişilerin yaşamış olduğu bu şaşkınlık, Dr. Haidt'i ahlak veya erdem konusunda iki farklı zihinsel sistem eksen etrafında düşünmeye yöneltmiştir. Bunlardan biri eskiden kalma sistem, diğeri ise modern sistem olarak isimlendirilebilir.
Dr. Haidt'in eskiden kalma olarak nitelendirdiği sistemde, ahlaki önseziler ve de konuşma dilinin gelişmesinden önceki dönemlerde oluşan duygusal merkezli davranışlar ön plandadır. Modern sistem ise kısaca, etik muhakeme olarak adlandırılabilir. Bu süreç de dil kavramının gelişiminden sonra, insanların yanlış ve doğru arasındaki farkı ayırt etmesinden sonraki zamana tekabül eder.
Birçok insana göre tren raylarında duran dört kişinin canına karşılık başka yöndeki bir kişiyi katletmek kabul edilebilir bir davranıştır. Fakat, aynı dört kişinin hayatını kurtarmak için, bir kişiyi tren raylarına göz göre göre atmak herkese aykırı ve yanlış gelir.Geçmişten gelen bilinçaltı kuramı, bir kişiye direk olarak fiziksel zarar vermeyi hiçbir şekilde kabul edemiyor.
Dr. Haidt'in teorisine göre, ahlaki şaşırtma da zaten, etik bir muhakeme yetisinin başarısız olması halinde ortaya çıkan bir durumdur.
O halde evrimleşme süreci, bir tanesi yeterli gibi görünürken, neden beyni iki ahlaki sistemle donatmıştır?
Jonathan Haidt, insanoğlunun oldukça karmaşık bir zekaya sahip olduğunu ve bu engin zekanın her soruna dil kökenli bir neden yarattığını söylüyor. Ayrıca insanın bilinçaltında yarattığı ahlaki veriyi file benzetirken, bilinci de o filin üzerindeki biniciye benzetiyor. Filozofların ve psikologların da sadece filin üzerindeki biniciye odaklanmalarının onları daha dar bir bakışa ve yanılgıya sürüklediğini ima ediyor.
Ortak beş unsur
Hindistan gezisinden sonra Haidt, antropoloji ve psikoloji bilimini tüm incelikleriyle tararken, ahlakın her kültürde ortak olan beş unsurunun varlığını keşfettiğini itiraf ediyor. Bunların bir kısmı şahısların korunmasını sağlarken, diğerleri de bir grubu bir arada tutmak için bağlayıcı bir görev üstleniyor.
Kişileri korumaya endeksli beş ahlak unsurundan biri insanları korumayı hedeflerken, diğeri de adalet duygusuna vurgu yapıyor. Kalan üç unsur da tamamen bağlayıcı bir görev üstleniyor. Yani insanları bir arada tutmak için programlanmış. Bu detayların hepsi otorite ve hiyerarşiye saygı ve biraysel saflığı güçlendiriyor.
Kişisel gelişime baktığımızda da bu beş ahlaki unsur, çocukları belli meziyetlere yönlendirmek için çalışıyor. Çünkü aslında bu meziyetler öğreniliyor ve kültürden kültüre farklılık gösteriyor. Batı toplumları,ahlakı tamamen adalet prensipleri üzerine konsantre etmeye uğraşırken, farklı toplumlarda bencillik daha baskın bir ahlak şekli haline gelebiliyor.
Ahlak ve kutsallık fikri birbirine bağlı iki olgudur. Günümüzde güncelliğini ve önemini yitirmiş olsa da, aslında kökenini sosyolojinin kurucusu Emile Durkheim'dan alır.
Din ve inanç da etkili
Dr. Haidt, din ve inanç faktörünün, insanoğlunun evrimleşmesinde oldukça etkili olduğunu da belirtiyor. 'Eğer dine dayanan bir aklımız olmasaydı, grup bilincini oluşturmak da çok zor olurdu' diyor Haidt.
Derleyen: Tolga Kamiloğlu
KAYNAK: //www.ekolay.net/
Paylaş
Yazar: Zeynep GÜÇLÜCAN
Görüntülenme:Yayınlanma Tarihi:01 Ocak 2000
İlgili İçerikler
Köşe Yazarları
Sosyal Sorumluluk Projeleri
Kategori Bulutu
Psikiyatri AFAZİ Tüp Bebek Alkol Bağımlılığı Otizm Saç Dökülmesi Esrar Bağımlılığı Alzheimer Bebek Gelişimi Kokain Bağımlılığı Baş Ağrıları Stres Kumar Bağımlılığı Demans Depresyon Sanal Bağımlılık Migren Alerji Opiat Bağımlılığı Parkinson Kadın Hastalıkları Sigara Bağımlılığı Şizofreni Obezite Kardioloji Bipolar Bozukluk Cilt Bakımı