'Bana bir şey olmaz' diyenler yanıyor
Bağımlılık; uyuşturucu maddeye, sigaraya, alkole, kumara, yemek yemeye, alışverişe, anneye, sevgiliye, sosyal medyaya… Bağımlılık kelimesinin önüne ne koyarsanız koyun, bir şeye bağımlılığın bir hastalık olduğunu söylüyor uzmanlar… Ve bağımlılığın, beyinde kendimizi iyi hissetme noktasından başlayıp sonunda bizi esir eden bir hastalık olduğunu belirtiyorlar. Beynimizdeki 3 farklı bölgeden dopamin adı verilen ve bize haz veren bir madde salgılanıyor.
Dopamini yükselten her madde ya da davranış, bağımlılık geliştirme riskini de yükseltiyor. Geçmiş yıllarda bağımlılık denilince akla uyuşturucu madde, sigara, alkol ve kumar gelirdi. Ancak modernleşme ve teknolojik gelişmeye paralel olarak yeni bağımlılık türlerini konuşmaya başladık. Elimizden düşüremediğimiz akıllı telefonlar, alışveriş, beynimizi esir eden yeni bağımlılık alanları…
Bağımlılığı Üsküdar Üniversitesi Bağımlılık Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÜSBAUMER) Müdürü Prof. Dr. Nesrin Dilbaz’la konuştuk. Geçmişte Ankara Numune Hastanesi AMATEM Direktörlüğünü yapan Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, ülkemizde bağımlılık konusunda önde gelen isimlerden biri. Mesleki hayatını tüm bağımlılıklarla birlikte özellikle gençlerdeki madde bağımlığı ve tedavisi konusundaki çalışmalara yoğunlaştıran Prof. Dr. Dilbaz’la konuşurken aslında hayatımızı etkileyen bazı davranışların çeşitli derecelerdeki bağımlılıklarımızdan kaynaklandığını ve bu konuda kurulabilecek en kötü cümlenin “Bana bir şey olmaz…” olduğunu öğrendik. Bağımlılık konusunu 3 farklı başlığa ayırıp 3 günlük yazı dizisi hâlinde ele aldık…
BAĞIMLILIK MEKANİZMASININ TEMELİ NEDİR?
Beyindeki haz merkezlerini uyaran ve dopamin adı verilen hormonu salgılatan her şey bağımlılığın başrol oyuncusu olabilir. Sigara ve uyuşturucunun içindeki maddeler, yemek yemek ya da biraz daha karmaşık mekanizmalarla beğenilme arzusu, bu noktaya hitap eder ve bağımlılığı tetikler. Beyinde, haz merkezleri ile birlikte beynin ön bölgesinde yer alan ve gelişimini üniversite döneminde tamamlayan bir “fren” mekanizması da bulunur. Bu mekanizma, ne yapıp yapmayacağımızı, yaparsak zararlarının ne olabileceğini söyler.
Haz ilkesine karşı ön beyindeki fren mekanizması çalışmazsa, kişi “her şey benim olsun”, “her şey bana zevk versin”, “hep mutlu olayım” duygusuna kapılıyor ve bağımlılık yapıcı maddelere yönelmesi de kaçınılmaz oluyor. Haz ilkesi bebeklikte başlıyor ve psikolojide buna “primer haz ilkesi” deniyor. Yeni doğmuş bir bebek karnı acıkır acıkmaz ağlamaya başlar, hemen emmek ister. Yani herkes benim için var olsun, herkes benim ihtiyaçlarımı karşılasın düşüncesidir bu. Bağımlılarda bu fren mekanizması çalışmaz.
KİMLERİN BAĞIMLILIK RİSKİ DAHA YÜKSEKTİR?
Öncelikle gençlerin. Bağımlılıktan ziyade bağımlılık yapıcı maddeyi kullanmaya yatkındırlar. Ön beyinleri tam gelişimini tamamlamadığı için “bu bana zararlı olacaktır”, “bunu kullanırsam sonucu şöyle olur” gibi neden sonuç ilişkilerini kuramazlar. Hatta genellikle şöyle düşünceleri vardır: “Bana bir şey olmaz”… Bu nedenle gençlerde madde kullanma riski daha yüksektir. Ancak kimin riski yüksek diye bakarsanız; herkes için yüksektir.
Çünkü herkesin beyninde haz bölgeleri ve fren mekanizması var. Bağımlılığı yolculuğa benzetiyoruz. Alkol, sigara gibi maddeleri kullanmaya ilk başlayan insanlarda bağımlılık süreci de başlar. Siz bu yolculuğun neresinde bağımlı olduğunuzu fark edemezsiniz. Çoğu bağımlı bize gelmek istemez ve “Ben bağımlı değilim, istersem bırakabilirim” derler. Onun için bağımlılığın o yolculuğun neresinde başladığını çok iyi bilemiyorsunuz.
BAĞIMLILIĞIN GENETİK ALTYAPISI VAR MI?
Şu anda bildiğimiz bazı genetik etkenler bağımlılık riskini biraz daha artırabiliyorlar. Özellikle tip 1 alkol bağımlılığında genetik yatkınlığın daha yüksek olduğunu görüyoruz. Daha erken yaşta başlıyor. Ailede bir bağımlı ya da ailesel bir yatkınlık oluyor. Ayrıca çocukluktan bu yana gelişen dikkat eksikliği, hiperaktivite, davranış bozukluğu gibi bazı psikiyatrik hastalıklarda bağımlılık yapıcı madde kullanımı ve bağımlılık riskinin daha yüksek olduğunu görüyoruz.
MADDE KULLANDIĞI NASIL ANLAŞILIR?
Madde kullanımı olan gençlerde bazı psikolojik, davranış ve beden değişimlerinin meydana geldiğini söyleyen Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, ebeveynlerin dikkat etmesi gereken noktaları sıraladı. Ancak bu maddelerin varlığının kesin olarak gencin madde kullandığı anlamına gelmediğinin unutulmaması gerektiğinin de altını çizdi.
- Daha huzursuz ve sinirli olmaya başladıysa
- Tatminsiz ve memnuniyetsizse
- Zaman zaman aşırı neşeli ve hareketliyse
- Aile ile daha az zaman geçirmeye başladıysa
- Daha geç saatlerde eve geliyor ya da hiç gelmiyorsa
- Arkadaş çevresi değiştiyse
- Okuldaki başarısı düştüyse ve okula olan ilgisi azaldıysa
- Fazla para harcıyorsa
- Kilo kaybı, iştah azalması varsa
- Yorgunluk, hâlsizlik şikâyeti arttıysa
- Sürekli gözleri kızarıyorsa
BUNLARI SAKIN YAPMAYIN
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, uyuşturucu mücadelesinde kesinlikle yapılmaması gerekenleri de şöyle sıraladı:
- Suçlayıcı ifadelerde bulunmak
- Reddedici davranmak
- Yok saymak
- Boğucu şekilde kısıtlamak
- Sürekli öğüt verircesine konuşmak
- Madde etkisindeyken onunla konuşmaya çalışmak
NASIL DAVRANMALI?
Her iki ebeveynin tutarlı, fikir birliği içerisinde olması şarttır. Taraflar birbirini suçlamak yerine ortak hareket etmelidir.
Çocukla iletişime geçip, “Biz polis değil aileyiz, senin yanındayız, bu durumu birlikte aşacağız” mesajının verilmesi gerekir.
Altta yatan davranış bozukluğu, sosyal fobi, depresyon, endişe gibi konularda da destek alması sağlanmalıdır.
UYUŞTURUCUDA KORKUTAN GERÇEK
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz birçok anne babanın korkulu rüyası olan uyuşturucu madde kullanımı ile ilgili karanlık bir tablo çiziyor. 2014 yılında yapılan bir başka çalışma ise 15-64 yaşları arasındaki 250 milyon kişinin bir yıl içinde en az bir kere uyuşturucu maddeyi denediğini ortaya koyuyor.
TÜRKİYE’DE DURUM NASIL?
Ülkemizde bu konuda sağlıklı veriler yok ancak 2003 yılında uluslararası bir çalışmanın parçası olarak Türkiye’de gençler arasında yaptığımız bir çalışma, esrar kullanımının yüzde 5 olduğunu gösteriyordu. Bugün yüzde 10’lara çıktığını düşünüyorum. Özellikle sentetik esrar kullanımı son 10 yılda çok arttı.
SOSYOEKONOMİK DURUMUN MADDE KULLANIMI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ NEDİR?
Maddenin sosyoekonomik grubu yok. Her sosyoekonomik gruba uygun bir madde var. Okul başarısızlığında, bağlı oldukları gruplarda var olmak amaçlı madde kullanımı fazladır. Bu çocukların bir kısmında davranış bozukluğu, hiperaktivite gibi bozukluklar görüyoruz.
ANNE BABA NE YAPMALI?
Çocuğun hayatında ödül ve ceza sistemi olmalıdır. Buna karşın çok da baskıcı olmamak gerekiyor. Bize gelen vakalarda anne babaları tarafından yönetilen çocukların madde kullanımına daha yatkın olduklarını gördük. 14-15 yaşı riskli dönem. Bu dönemde ebeveyn gibi bir otorite onların en büyük düşmanı oluyor. Ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ama onların yerine koyacak birilerine de ihtiyaç duyuyorlar. Bu da genellikle bir arkadaş oluyor. Hayır demeyi öğrenemedikleri için, arkadaşları tarafından kolayca yönlendirilebiliyorlar. İlk madde denemeleri de bu dönemde başlıyor.
TÜRKİYE GAZETESİ / Ziyneti Kocabıyık
Paylaş