Sentorun ruhu
“Hiron-Reks Tesalya'da yaşayan vahşi bir kavimden geliyordu bir Sentordu. İnanılmaz bir güce sahip bir kavimdi Tesalyalılar. Kaba ve kötü bir ırk olarak tanınıyorlardı. Ama Hiron başkaydı.
Hiron da rüzgârdan yaratılmış, güneşten yeryüzüne inmişti; diğer yılkılar gibi. Uçan kuşa bile yetişirdi.
Yildun doğduğunda babası onun için bir ev yaptırmış ve evin en büyük direğine Hiron'un sütünü sürmüştü. İnanış öyleydi. Hiron; oğlu Yildun’un atı olacaktı.
Dağ, orman ve ateş ruhuna dua edecekti Yildun; atının yelesini o duada savuracaktı.
Hiron doğduğunda Yildun henüz 11 yaşındaydı. Babası İran asıllı Azeri Türklerindendi bir petrol şirketinin yöneticisi olarak Amerika’da yaşamaya başlamışlar ve orada yerleşik hayata geçmişlerdi. Annesi ise Lübnan asıllı bir Amerikalıydı. Çiftliklerine 30.at olarak doğmuştu Hiron.
Çok sevinmişti oğul Yildun. O’nun tayıydı; öyle söz vermişti babası ona bir yarış atı olacaktı. Hedefleri vardı; Kentucky Derbisi, atını orada yarıştıracaktı. Ama daha önemlisi, daha da önemlisi ve aslında en önemlisi kız kardeşi Açina için hayalleri vardı. Hayalperest Yildun!Sen istersin ama istersin o kadar! Bilmeden istersin. Nerden bileceksin ki, geleceğini bilsen..
Serebral Palsiydi Açina.
Simsiyah bir aygırdı. Simsiyahtı; gece gibi. Allah’ın kendisine bahşettiği asil ruh: Hiron-Rex…
Ve Hiron öldü. “
Hikâyenin devamı var elbette…
Dün bir at çiftliğindeydim. Efendim uzun bir hastalık döneminden yeni kalktım. Ömrünüz var olsun ve sağlığınız bol ve uzun, daim olsun. Bendeniz sekiz gün kadar zatürre nedeniyle özel bir hastanede yattıktan sonra iki hafta kadar istirahatteydim ve dün çok değerli iki arkadaşım, can olanlardan beni bir at çiftliğine götürdüler. Ruhuma çok iyi geldi. Onlar at bindiler bense ruhunu soludum.
Ben henüz at binmeye başlamadım, ruhum hazır değildi. Önce ruhumu hazırlamalıydım. Sordum işletmecisine;
-Ruhunu anlamaya çalışıyorum, bu at çiftliğinin, nedir bunun ,buranın ruhu?
-Huzur
Aldığım cevap tatmin ediciydi. Atla terapi geldi hemen aklıma ve tüm tesisi gezdim. Kapalı at binme alanına gittiğimde yeni binicisinin üzerinden indiği bir at, hayli yorulmuş, dinlenmeye alınacak, boş dizginde eğitimcisinin yanında bir asil siyaha dokunmak istedim, yanına yavaşça yaklaştım, elimi alnına değdirmek istedim sanırım bana selam verdi başını önüne eğdi üç kere kafa selamı verdi…
Sonra sağ ayağını öne aldı sol ayağı geride ve dik bir haldeyken sağ ayağını da üç kez reverans yapar gibi yere vurma hareketi yaptı ağzından bazı kelimeler döküldü.
Ya da; ben yağız atın çevresel sınırını da aşıp bağlantı sınırına girmeye çalışmıştım ve kendi sınırına girmek istediğimde ona dokunmama izin vermemişti.
Ya da ben daha hazır değildim ruhum hazır değildi.
At bana ayna oldu, öyleymiş atlar; size ayna olurlarmış. Dedi ki bana sen henüz hazır değilsin, dur ve bekle…
Bir at dakikada yüz titreşimsel sinyali binicisine aktarırmış ve bu özelliği sebebiyle terapide kullanılırmış hem fizyoterapi amaçlı hem psikoterapi amaçlı. Özellikli bazı hastalık gruplarında. Özellikle fizyoterapide kullanım amacında ince motor becerilerinin gelişimini hızlandırırmış.
Evet, atların da ruhu olduğunu öğrendim. Huzurun ruhuyla eşdeğer!
Sonra Necip Fazıl dizeleri benim ağzımdam döküldü sessizce kimse duymadı.
Vur kazmayı Ferhat! .
Çoğu gitti azı kaldı.
Kişne kır at, kişne kır at!
Çoğu gitti, azı kaldı.
Yağız atımın, asil siyahın ağzından dökülen kelimeler mi neydi?
Buyrun; bir yaşam öğretisi gibi.
“Ben yağız asil, Allah bazen birdenbire, sebebi yokken, aniden bir şeyi önüne koyar. Bir sebepten ve plansız…
Bu ya bir yol bulmak ya bir yol açmak içindir. Ben hayatımda bir şeyi iki kere istemedim, iki kere sormadım, iki kere söylemedim. Siz adına ister dua, ister yaratanın planı, ister kader, isterse evrenin mesajı deyiverin. Bu kara yağız at gibi asil ve keskin olsun tüm istekler ve bir yılkı gibi, rüzgârdan ve güneşten doğsun her şey; siyah ve beyaz gibi, yağız ve kır at gibi. Huzur gibi.
Paylaş