Şiddet sever bir toplum oluyoruz
Sokaklarda şiddet var. Suratlar asık, bakışlar öfkeli. Herkes çatacak birilerini arıyor. Trafikte biri diğerine yol vermedi diye bıçaklar, silahlar çıkıyor. Sokakta, toplu taşımda insanlar birbirlerini itip kakıyor, en küçük tartışmada şiddete yöneliyorlar.
Sevgi, saygı yitip gitti, vicdandan ise eser kalmadı. İnsanlıktan çıkmış yetişkinler, hatta anne babalar bebeklere yaşam hakkı tanımıyor. Çocuklar, kadınlar hastalıklı tahakküme kurban ediliyorlar. Gün geçmiyor ki bir kadın, bir çocuk hunharca bir cinayete kurban gitmesin.
Toplum feci derecede hasta. Psikiyatristler ve psikologlar, nüfusun yüzde sekseninin antidepresan ilaçlar kullandığını söylüyor. O halde bir yerde bir sorun var, üstelik de çok ciddi bir sorun. Bu toplumda bir zamanlar yardımseverlik, sevecenlik, saygı, sevgi vardı. Şimdi ne oldu da bu hale geldik? Ya da hep mi böyleydik de haberimiz mi yoktu? Aslında hiçbir zaman toplum olarak tam anlamıyla istikrarlı, dengeli, huzurlu bir ortam oluşturamadık ama kötünün dozu giderek artıyor. Yalnızca biz değil, dünya genelinde de kötünün egemenlik alanı giderek genişleyip güçleniyor. Parayı önceleyen vahşi kapitalizm insanlığa dünyayı dar ediyor.
İnsanlık değer kaybına uğradıkça başka şeyler yükselen değer haline geliyor. Sorun tam da bundan kaynaklanıyor. İnsan gözden düşüyor. Dolayısıyla da insana özgü her tür değer anlam yitimiyle karşı karşıya. Bu nedenle insan, insana acımıyor, umarsızca katledebiliyor. Bu nedenle insan, kendisini var eden doğaya duyarsız ve onu acımasızca yok ediyor. Farkında bile değil, doğayı yok edişin aslında kendisinin yok oluşu olduğunu. Umurunda da değil galiba. Çünkü zaten insan yok olalı epey zaman oldu. Yok olduğunun farkında değil yalnızca. Mesele de bu aslında. Yok olduğunun farkında olmamak, dolayısıyla kendisini bulmak için herhangi bir çaba göstermemek.
Güç ilişkileri bugünün yükselen değeri. Güçlü olan kendisi kadar güçlü olmayan üzerinde tahakküm kurarak kendisini var kılmaya çalışıyor. Erkeğin kadına şiddeti bu nedenle. Yetişkinin bebeklere, çocuklara yaşam hakkı tanımaması da bu nedenle. Gücünü paradan alanın doğayı katletmesinin arkasında da bu var.
İnsan tuhaf bir varlık. Varlık gösterdiği çağlardan itibaren içerisine doğduğu doğayla mücadeleye başladı. Ürettiği araç ve gereçlerle, teknolojiyle de onu yenmeyi başardı. Bu, bir başarıysa eğer. Mücadelede galip geldi. Ama yetmedi. Yaşamını borçlu olduğu doğayı tümüyle yok etmeye heveslendi. Derken yok etmek üzerine bir kültür oluşturmaya başladı. Bu yeni kültürün adı kötülük.
Şimdilerde sayıları giderek azalsa da insanlar, dünyanın pusulasını kötülükten yeniden iyiliğe çevirmek için ciddi bir çaba içerisine girdiler. Öyle ya zararın neresinden dönülse kazançtır. Her şey hala tam olarak bitmiş değil. Kurtarmak için ümit var. Rüzgârda ağaçların yapraklarının hışırtısını, denizin dalga sesini, kuşların ötüşünü hala duyabiliyoruz. Yağmurda toprağın, baharda çiçeklerin kokusunu alabiliyorken harekete geçmeliyiz. Henüz her şey bitmemişken dünyamıza sahip çıkmalıyız.
Üsküdar Üniversitesi öğrencileri ve hocaları da henüz tümüyle bitmemiş ümidin yeniden yeşermesi için sokağa çıktılar, kadınlara, çocuklara şiddete son diye haykırdılar. Bu dünya bizim, onu sonuna kadar koruyacağız diye söz verdiler. İnsanlığa çağrıda bulundular, bu dünya bizim, orada hep birlikte barış, huzur ve sevgi içinde yaşamak istiyoruz diye seslendiler.
Bu dünya tüm insanların. İnsan demek, akıl demektir, duygu demektir. Aklın ve duygunun iyilik eksenindeki iş birliği insanlığın ve dünyanın kurtuluşu olur.
Şiddet severlikten vazgeçip insan sever olmalıyız. İnsan sevgisini doğa sevgisiyle bütünleştirerek bu dünyayı insanca yaşanır hale yeniden getirmeliyiz.
Prof. Dr. Nazife GÜNGÖR
Paylaş