Kilitlenip kalıyorum dünyanın en güzel sanat şaheserlerinden birine. Gözlerimi alamıyorum Kız Kulesi’nin muhteşem görüntüsünden. Ne denli şanslı olduğumu düşünüyorum, o dünya harikasının masalsı efsanesi zihnimi süslerken.
Biricik kızını olası tehlikeden kurtarmak için denizin ortasına o muhteşem kuleyi konduran babanın sevgisini, duyarlılığını, azmini düşünüyorum.
Kilitlenip kalıyorum dünyanın en güzel sanat şaheserlerinden birine. Gözlerimi alamıyorum Kız Kulesi’nin muhteşem görüntüsünden. Ne denli şanslı olduğumu düşünüyorum, o dünya harikasının masalsı efsanesi zihnimi süslerken.
Biricik kızını olası tehlikeden kurtarmak için denizin ortasına o muhteşem kuleyi konduran babanın sevgisini, duyarlılığını, azmini düşünüyorum.
Ilık bir duygu kaplıyor içimi. Gıptayla ve hayranlıkla seyre dalıyorum Kız Kulesini. Tam da keyifli bir gezinti yapmaya hazırlanırken o şanslı kızın masal diyarına, bir tef sesiyle dönüveriyorum kendi dünyamın gerçekliğine.
Gözlerime inanamıyorum desem de inanmazsınız nasılsa. O bildik görüntülerden biri daha, ama bu kez çok daha abartılı.
İki küçük kız, en fazla altı yedi yaşlarında. Masal perileri kadar güzel iki küçük kız. Altın sarısı saçları pul pul parlayan elbiselerinin üzerine dökülmüş. Kenar mahalle pavyonlarının sahne sanatçıları tarzı giydirilmiş iki küçük melek.
Gözlerini para hırsı bürümüş, çirkin adamın defi eşliğinde göbek atıyorlar. Parıltılı elbiselerinin içerisinde büyümüş de küçülmüş ucuz pavyon dansözlerini andırırcasına kıvırtıp duruyorlar.
Meraklılar halka olmuş çevrelerinde. Kıvrak vücutlarıyla kocaman kadın edasına bürünüp kıvranıp duran küçük melekler.
Bir eli gül desenli basma şalvarının içinde gezinirken, diğer elinde tuttuğu tabağı oradakilere uzatarak seyirlik küçük kızların eğlence hizmetinin karşılığını isteyen kara suratlı kadın.
Akşamın geceye dönüşünde uykuda olmaları gereken o küçücük çocuklar orada küçük bedenlerini sergileyerek eğlendiriyor, kazandırıyorlar.
Ama kaybediyorlar aslında.
Okulda, eğitim ortamında olmaları gereken o küçücük çocuklar çoktan büyümüş, hayata atılmış, büyüklerin onlar için hazırladıkları o bataklığa düşerek çoktan yitip gitmişler aslında.
Kız Kulesinin masal perisi saltanatını ve görkemini yüzyıllar içerisinde yaşatırken, bizim çocuklarımız onun karşısında istismarın pençesine takılmış yok oluyorlar, henüz var olmadan.
Hüzün kapladı içimi, küçük kızların dansını izleyen kalabalığın alkışlarını izlerken. Tefçi adamın, -tefeci demek daha mı yakışık alır acaba- ve şalvarlı kadının gözlerini para hırsı bürümüş bakışları arasında yitip giden küçük kızların katledilişini izleyen kalabalığın bayağılığa bürünmüş duyarsızlığı keyfimi kaçırıyor. Sonra film kareleri geçiyor zihnimden, farklı zaman dilimlerine ait.
Çocuk arabeskçiler furyası vardı bir zamanlar bu ülkede. Sesine güvenen, tutup elinden küçük çocuğunun Unkapanı’na koşuyordu. Feryat figan oluyordu melankolik şarkı sözleri, küçük gırtlakların tiz seslerinde. Biri parlarken diğeri kayıyordu çocuk yıldızların.
Peki ya sonra?
Hani nerede onca çocuk şarkıcı.
Şöhretin ve paranın büyüsüne kapılmış o anne babalar şimdi hangi ağıtları yakıyorlar acaba hayatın içinde yitip giden çocuklarının ardından.
Ya televizyon ekranlarının reyting rotalı yarışma programlarında telef edilen çocuklara ne demeli? Okullarından, ailelerinin içerisinden alınıp televizyon dünyasının sahte parıltısında matlaştırılan küçük yıldızlar şimdi nerede, ne yapıyorlar acaba?
İyileştirilmesi mümkün görünmeyen büyük bir yara çocuk istismarı. İyileştirilebilecek gibi de görünmüyor bu gidişle.
Beyinlerin gelişmesine izin verilmeden yok ediliyor o küçücük bedenler.
Parlamalarına izin verilmeden alınıyor enerjileri.
Aydınlatamadan sönüp gidiyorlar.
Uygar dünya çığırtkanlığı yapılırken dünyayı ileriye taşıması gereken bu küçük beyinlerin ve bedenlerin böylesine sömürülmesinin önüne nasıl geçilecek?
Bir yolu olmalı. Çözümü olmayan hiçbir sorun yok aslında.
Olamaz da...
Görmek isteyelim, duyarlılık gösterelim yeter ki.
Prof.Dr.Nazife Güngör