AŞK HEM ÖDÜL HEM ACI
Aşık kişi terk edilince neler yaşıyor, aşk insana neler yaptırıyor, ruh halleri nasıl oluyor?
Aşk beyinde ödül merkezini sürekli uyarmaktadır. Limbik sistem dediğimiz beyin bölgesinde aktivitede artışa yol açmakta oradan da otonom sistemde düzenli çalışmaya sebep olmaktadır. Yani aşk sadece beyinde değil tüm vücutta sağlık veren bir düzene yol açmaktadır.
-Aşk acısı kişinin bünyesinde ne gibi değişimler yapar?
Aşk acısı çeken kişi yavrusunu kaybeden bir ana gibidir. Aşık kişi sevgilisinin varlığı esnasında ödüle alışmıştır. Kaybettiğinde derin bir yoksunluk hisseder. Otonom sistemi baştaki düzenli halini yitirir. Otonom istemin idaresindeki tüm organlarda negatif bir etkileniş söz konusudur. Tansiyon değişir. Mide-barsak hassaslaşır. Kalp ritmi bozulur vs.
Aşk ile depresyon arasında nöroendokrin mekanizmalar açısından az-çok bir yakınlık vardır. Her ikisinde de serotonerjik, dopaminerjik sitemler rol almaktadır. Ayrıca aşkta vazopressin ve oksitosin mediatör rol oynamaktadır. Aşk acısı dediğimiz sevgilinin yoksunluğu halinde mediatörlere karşı aşırı bir reseptör duyarlılığı sürpriz olmaz. Eğer kişi tedaviye direnç gösterirse elbette yaptığınız benzetme uygun olabilir.
Yukarda ifade ettiğim gibi biyokimyasal düzeyde bir bağlantı vardır.
Analitik açıdan bakarsak, aşık olunan kişinin geri çekilmesi bir çeşit ceza olarak algılanabilir. Ya da beğenilmeme duygusu, eksiklik yetersizlik yeteneksizlik gibi hislere yol açmak suretiyle kişiyi derin bir depresyona itebilir.
Kişi aşkına odaklanmıştır. Diğer uyaranların çekiciliği kalmamıştır.
Malum hazza yönelir elemden kaçarız. Haz aşık olunan objede gizliyken ona yöneliriz. Çevrenin "bırak onu!" uyarıları ise yardımcı olmadığı gibi elemi daha da derinleştirmektedir. Sanırım o nedenle aşk acısı içindeki kişi çevresel uyaranlara tepkisiz kalmayı tercih ediyor.
Aşk acısı çekenlerde kişilik bozukluğundan söz etmek biraz zor... Zira tanım itibariyle kişilik bozukluğu çok erken yaşlara uzanan bir dizi belirtiyi gerektirir. Ancak soruyu şöyle çevirirsek; kişilik bozukluğu olanlarda aşk acısı çekme ihtimali yüksek midir? Dersek belki de daha yerinde olabilir. İnsanların bir grubu haz almaya kolay alışıyor. Bu ifade ettiğiniz gibi bağımlı kişilik bozukluğu da dahil olmak üzere hemen her türlü kişilik bozukluğunda daha aşikar. Dolayısıyla, konuyla ilgili bir araştırma okumadım ama kuvvetle muhtemeldir ki kişilik bozukluğu olanlarda aşkın acı dozu artabilir.
Her an kaybetme korkusu ve yanı sıra yetersizlik hisleri varsa kişi kuşkucu ve kontrolcü olmaktadır. Çiftleşme dönemindeki hayvanlara baktığımızda eşlerini sürünün diğer adaylarına karşı koruma ve eşler uğrunda çarpıştıklarını görürüz. Bu kaide aşık insanlar içinde geçerli olsa gerekir. Ya aşkımı kaparlarsa? Ya bendeki olası bir eksiklik aşkımın beni terk etmesine neden olursa gibi kaygılar mutattır.
Mazokistik eğilim de yukarda belirttiğim gibi kişilik bozuklukları arasında sayılabilir. Aynı gerekçelerle sorunuza kısaca evet diyebilirim.
Aşk da şiddet eğilimi de nöral temelleri yakın olgulardır. Yavru sevgisi aşkın bir çeşidi olarak kabul edilir. Evladını korumak üzere programlanmış bir ana elbette öfkelidir. Aşık olunan kişinin ya da onu elinden alan şahsın tehdit edilmesi bazen cinayet düzeyine ulaşabilir.
Aşk başından beri bir tutkudur aslında. Ama burada karşılıksız bir aşık tutkuya dönüşmesinden söz ediyorsak o patolojik bir haldir ve tabi ki belirli aşamaları gerektirir. Önce bir şekilde uyarılmış olmak gerekir. Ödül mekanizmalarının harekete geçmesi moleküler düzeyde bir reseptör duyarlılığına sebep olur. Bu birinci aşamadır. Duyarlı olmak. Ardından bunu pekiştiren çevresel faktörler devreye girer. Aşık olunan kişinin o aşka değeceğini ima eden toplumsal etkenler. Antropolojik açıdan bakılırsa, aynı obje için yarışan başkalarının varlığı da tetikleyicidir. Pekiştirilmek, kışkırtılmak. Nihayet, kişi kendi kendine güveyi olmak dediğimiz internal faktörlerle olayı tutkuya
çevirir.
Bu ilginç bir noktadır. Gerçi obsesyonların hakim olduğu kişilerde böyle bir olasılık akla gelebilir ama, bir paradoks olarak o kişilerin entelektüalizasyon dediğimiz savunma düzeneği yoluyla süreci yaşayamadıklarına tanık oluyoruz. Yani aşktan çok söz ediyorlar, aşkın anatomisini adeta biliyor, öğreniyor ve merak ediyorlar ama bir türlü aşık olamıyorlar. Çektikleri acı ise izole oluyor ve bir türlü dışa yansımıyor. Yine yapılmış bir araştırma bilmiyorum ama en azından teorik olarak takıntılı kişilerde gerçek anlamda bir aşk acısına rastlanmadığı kanısındayım.
Yetersizlik, ümitsizlik, yeteneksizlik gibi depresyonla bağdaşan duygusal yaralanmalar olabileceği gibi, ayrılık anksiyetesi dediğimiz bir derin sıkıntı hali ortaya çıkabilir.
Elbette normal bir durum değildir. Eğer ortada sado-mazokistik bir patoloji yoksa, ki nadirdir, kişi ya terk edildiği için acı çektirir ya da terk edilmekle tehdit edildiği için. Bu tehdidin her zaman açık olması gerekmez. Kişi sevgilisinin tavırlarında tehdit algılayabilir. Bazen de kişi sevgilisinin empati yoksunu narsisistik tutumuna karşı tepki
gösterebilir. Ona acı çektirerek ilgisini çekmeyi ya da anlaşılmazlığının intikamını almayı hedefleyebilir.
Tabi ki. Frontal korteks bilgi işlem kapasitesi aşan düzeyde bir dizi input almaktadır. Uyaranların kaynağı limbik sistem, ventral tegmental alan vb etki gücü çok yüksek olan bölgelerdir. O koşullarda kontrol elden çıkar ve kişi dürtülerinin esiri olabilir.
Zordur ama mümkündür. İfade ettiğim gibi moleküler mekanizmalarına etkili ilaçlar ve psikoterapi denenebilir.
Öncelikle farmakotereapi düşünülmelidir. Ardından kognitif davranışçı psikoterapi ve destek tedavisi düşünülmelidir.
Uğur İlyas Canbolat
Paylaş