

Türkiye’de hâlâ pek çok kesim bazı bilim insanları da dahil olmak üzere iklim değişikliği ve çevre kaynaklı sorunları yaşadığımız bir olgu ve bilimsel bir gerçeklik olarak kabul etmek yerine, komplo teorileri çerçevesinde değerlendiriyor.
Oysa sınır tanımaz kalkınma ve tüketim adına doğanın dengesi her geçen gün daha fazla bozulmakta, su kaynakları azalmakta, ormanlar yok olmakta ve mevsimler değişmektedir. Çocukluğunuzdan günümüze yapacağınız bir yolculuk bunu gösterecektir.
Ben çocukluğumda köyümün derelerinden şırıl şırıl akan berrak suyu içebiliyordum. Köyümün içme su ihtiyacını ise bir pınardan getiriyorduk. Ancak tarımda kullanılan ilaçlardan dolayı bugün bunlar artık mümkün değil.
Bu büyük dönüşümün ayak sesleri, sadece bilim insanları tarafından değil, şairlerin derin sezgileri ve duyarlılıklarıyla da önceden hissedilmişti.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, bir şair olarak yalnızca kelimelerle değil, aynı zamanda insanlığın ve doğanın iç içe geçmiş kaderini gözlemleyerek bizleri çok önceden uyarmıştı.
Benim doğduğum yıl (1959) yazdığı Kızılırmak Kıyıları şiiri, Anadolu’nun 65 yıl içerisinde gözler önünde nasıl yavaş yavaş değiştiğini, doğasının nasıl tahrip edildiğini ve bu bozulmanın gelecekte neye dönüşeceğini haber veren güçlü bir ağıt gibidir.
Bugün, Dağlarca’nın yıllar önce uyardığı çevresel yıkım, tam da onun dizelerinde tarif ettiği gibi bir felakete dönüşmüş durumdadır.
Anadolu’nun doğal kaynakları tükeniyor, suları kirleniyor, gölleri kuruyor. Tarım toprakları azalıyor ve verimini kaybediyor. Bu durum çevre kirliliğine yol açıyor, iklim dengesini bozuyor.
Şairin bu bozulmayı önceden görmesi, çevreci bir bakışla değerlendirilmeli. Bu, bugün daha da büyük bir sorumluluk.
Rachel Carson’un Sessiz Bahar kitabı, çevre hareketi için bir manifestodur. Dağlarca ise ondan daha önce bu tehlikeyi sezmiş ve Kızılırmak Kıyıları adlı şiirinde Anadolu’nun doğasına ağıt yakmıştır.
Şair, sadece doğayı betimlemiyor; aynı zamanda çevre tahribatına, kayıplara ve doğanın yok oluşuna dikkat çekiyor.
Bu şiir, çevreci bir gözle okunduğunda, doğanın tükenişine ve insanın doğayla olan bozuk ilişkisine güçlü bir eleştiridir.
Dağlarca, Anadolu’nun bozulacağını yıllar öncesinden görmüştür. Bugün baktığımızda, o betimlemelerin gerçek olduğunu, doğanın büyük zarar gördüğünü açıkça görebiliyoruz.
Anadolu’nun Kaybolan Kimliği
Şiirin ilk dizelerinde, “Kardaş, senin dediklerin yok, / Halay çekilen toprak bu toprak değil.” ifadeleri yer alıyor. Burada şair, Anadolu’nun geçmişte sahip olduğu doğal zenginliklerin, bereketin ve toplumsal hayatın artık var olmadığını belirtiyor.
Bir zamanlar halay çekilen, bolluk ve bereketin hüküm sürdüğü topraklar artık sanayileşme, betonlaşma ve bilinçsiz tarım politikalarıyla yıpranmış ve insanı kucaklayan doğasından uzaklaşmıştır.
• Eskiden tarımın, suyun ve toprağın insanı beslediği bir Anadolu varken,
• Bugün gemilerle, tırlarla taşınan Avrupa ülkelerinin toksit atıkları ve yerli sanayinin filtrelenmeyen atıklarıyla kirlenen bir Anadolu var.
• Doğa, adeta kısa vadeli ticari rantın ve betonlaşmanın kurbanı olmuştur.
Yok Olan Yeşillik ve Kuruyan Su Kaynakları
Şiirin ikinci kıtası, Anadolu’nun doğal örtüsünün hızla yok oluşunu gözler önüne serer:
“Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.”
Anadolu’daki ormanların ve yeşil alanların bolluğunu vurgulamak için Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde şu sözlere yer verir: “Bir sincap, İzmir’de bir ağaca tırmansa, yere inmeden Van’a kadar dallar üzerinden gidebilir.”
Evliya Çelebi’nin bahsettiği Anadolu’nun yemyeşil olan ormanları ve tarım alanları artık yerini kurak, çorak, çıplak arazilere bırakmış ve bırakmaya da devam ediyor.
Bugün Türkiye’nin birçok bölgesinde orman yangınları, bilinçsiz ağaç kesimi ve yanlış arazi kullanımı nedeniyle yeşil alanlar hızla azalmaktadır.
Özellikle su kaynakları konusunda ise şiirin sonlarına doğru gelen şu dizeler bir uyarı niteliğindedir:
Siyah leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne,
Akan kim,
Kızılırmak değil.
Burada şair, Anadolu’nun can damarları olan akarsuların artık eski gücünde olmadığını anlatıyor. Bugün Kızılırmak, Sakarya, Gediz, Ergene ve Menderes gibi büyük nehirler sanayi atıkları, tarım ilaçları ve kuraklık nedeniyle kirlenmiş ve debileri düşmüştür. Su kaliteleri ise “içilemez ve kullanılmaz” nitelikte kirlidir.
Eskiden çağlayan nehirler, berrak sular Anadolu’nun hayat kaynağıydı, ancak şimdi bu suların yerine kurumuş, kirlenmiş, eski ihtişamını kaybetmiş su yatakları var.
Türkiye’nin 240 gölünden 186 bilinçsiz ve aşırı kullanım sonucu kurmuş ve ölmüştür.
Değişen Mevsimler ve Toprağın Verimsizleşmesi
Şair, Anadolu’daki mevsim değişikliklerine şu dizelerle değinmiş:
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamandır,
Yaprak değil.
Bu dize, iklim değişikliğinin, tarımsal verimliliği ve doğanın dengesini nasıl etkilediğini anlatan adeta bir semboldür.
• Eskiden mevsimler belirli bir düzende seyrederken, şimdi ani sıcaklık değişimleri, kuraklık ve uzun süren yağışsız dönemler doğayı zorluyor.
• Kış mevsimi uzamakta, yazlar daha sıcak ve kurak geçmektedir. Bunların sonucu oluşan orman yangınları sadece ormanlarımıza değil, içindeki biyolojik çeşitliliği ve zenginliği de yok ediyor.
• Toprak eski canlılığını yitirirken, insanlar da doğanın bu dengesizliğinden olumsuz etkileniyor; bu da köylerden kentlere ve başka ülkelere göçleri tetikliyor.
Bugün bilim insanları, iklim değişikliğinin Anadolu’yu özellikle su kaynakları ve tarımsal üretim açısından büyük bir risk altına soktuğunu “kanıta dayalı” olarak ortaya koyuyorlar.
Dağlarca’nın işaret ettiği “yeşeren yaprak değil, yaşamandır” ifadesi, insanın doğadan kopuşunu ve ekolojik değişimlerin insan hayatına olan etkisini vurguluyor.
Yoksulluk, Göç ve Doğanın Terk Edilişi
Şair, Anadolu’daki insanın değişen şartlarını ve yoksulluğun doğaya olan etkilerini de şu dizelerle anlatır:
Parça parça yarılmış öküz ardında,
Parmağı üç pare, tırnağı ak değil.
Burada tarımın makineleşmesiyle köylünün emeğinin değersizleşmesini ve yoksulluğun artmasını dile getiriyor.
• Eskiden tarım Anadolu insanının temel geçim kaynağıydı, ancak şimdi sanayileşme ve köyden kente göç ve yanlış tarım nedeniyle tarım alanları terk ediliyor.
• Yanlış tarım politikaları ve uygulamaları, aşırı kimyasal gübre kullanımı ve bilinçsiz sulama, toprakların verimini düşürmüş ve Anadolu’nun tarımsal kimliğini zayıflatmıştır.
• Bir zamanlar dünyaya ihraç ettiğimiz tarım ürünleriyle övünürken, bugün en temel gıda maddelerini bile ithal eden bir ülke konumuna gelmemiz ibret vericidir.
Anadolu’yu Uyandırmak Gerekir
Şair, Anadolu’nun artık eski Anadolu olmadığını vurgularken, onun uyandırılması gerektiğini de söyler:
“Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan,
Uyanacak değil.”
Bu, halkın ve yöneticilerin çevre bilincine varmazsa Anadolu’nun doğal güzelliklerini bir daha geri kazanamayacağına dair önemli bir uyarıdır. Bugün iklim değişikliği, kuraklık, ormanların yok olması ve su kaynaklarının tükenmesi gibi sorunlar karşısında hâlâ yeterince bilinçli hareket edilmemektedir.
Anadolu’yu Geri Kazanmak Mümkün mü?
Dağlarca’nın Kızılırmak Kıyıları şiiri, doğanın yok oluşuna ve çevre felaketlerine karşı yazılmış adeta bir ağıt olduğunu ifade etmiştik.
Bugün Anadolu’nun durumu, şiirde betimlenen gerçeklerle büyük oranda örtüşmektedir:
• Kuruyan göller, azalan akarsular ve kirlenen nehirler
• Yanlış tarım politikaları ve sanayileşme nedeniyle bozulan toprak
• İklim değişikliğiyle beraber altüst olan mevsimler
• Yoksullaşan Anadolu köylüsü ve tarımın gerilemesi
Ancak bu gidişatı tersine çevirmek mümkündür.
Anadolu’nun yeniden yeşermesi, sularının berraklaşması ve toprağının eski bereketine kavuşması için doğayla barışık sürdürülebilir politikalar geliştirilmelidir.
Şairin vurguladığı gibi, eğer Anadolu’nun uyanmasını istiyorsak, doğayı korumak için hemen harekete geçmeliyiz.
Eğer bu bilinç oluşmazsa, “Kızılırmak artık Kızılırmak değil” dediğimiz gibi, Anadolu da artık Anadolu olmayacak.
Bahçe’den Pozantı’ya Çukurova’yı baştan başa geçerken, ya da Düzce’den, İstanbul’a, Nazilli’den İzmir’e yolculuk yaparken bu şiiri okuyun.
Son 20 yılda meydana gelen değişimi düşünün.
Kararınızı kendiniz verin!
Geleceğimiz, çocuklarımızın ve torunlarımızın gelecekleri bugün vereceğimiz kararlara ve atacağımız adımlara bağlı olacaktır.
Şair M. E. Yurdakul’un 1912’de farklı bir bağlamda yazdığı “Anadolu” şiirdeki şu dizeler, Anadolu’nun her gün daha çok bozulan ve tahrip edilen doğasıyla ilgili sorumluklarımızı hatırlatıyor:
Yazık, sana ağlamayan şiire;
Yazık sana titremeyen vicdana
Yazık, sana uzanmayan ellere
Yazık seni kurtarmayan insana!..
Prof. Dr. İbrahim Özdemir
Üsküdar Üniversite Öğretim Üyesi
Paylaş