ROMANTİZM - EROTİZM ÇATIŞMASI

YAZETE.COM

Dünyaca ünlü pskiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Kadın Psikolojisini anlattı. İşte dev ropörtaj.


- Kitabınız önsözünde yazılış gerekçesi olarak “Toplumda kadının ve erkeğin çatışmalı bir durumu var ilişkilerde” diyorsunuz. Erkeğin toplumdaki baskın erkil rolü kadın psikolojisini nasıl etkiliyor? Bu süreçte kadın hep tek taraflı kaybeden konumunda mı?
Nevzat Tarhan: Kitabın adı “Kadın Psikolojisi” ama içinde hem kadın hem de erkek psikolojisi var. Burada kadın ve erkeğin beyinlerinin farklı çalıştığı biyolojik doğalarının farklı olduğu, ona uygun davranılırsa mutluluk ve sağlıklı ilişki kurmanın, tanımanın önemli olduğu anlatılıyor. Erkekteki evrimsel psikolojide bir yorum var, erkekte “avcı” karakter önemli. Anne baba çocukları olduğunda onları tehlikeden korumak için, evin ihtiyaçlarını karşılamak için erkek avcı rolünü almış. Bu genetik bir kodla ilgili.

Kadınınsa korkuya direncinin olması gerekir ki çocukları tehlikeden korusun.
Mesela ufak bir çıtırtıda ona zarar gelmesin diye daha duyarlı olması gerekir. Kadın daha duygusal daha kırılgandır. Kadının annelik yapabilmesi için konuşma becerisinin daha gelişmiş olması gerekir. Ve öyledir de. Hatta anne karnındaki çocuklar üzerine yapılmış bir araştırma var. Kız çocukları ve erkek çocuklarının dudak hareketleri sayılıyor ve görülüyor ki kız çocuklarının dudak hareketleri 2 misli daha fazla. Bu da kadınların konuşma konusunda genetik olarak daha gelişmiş olduğunu gösteriyor.

Mesela kadınlarda biyolojik olarak “empatik algılama” daha yüksek; kız çocukları ve erkek çocukları oyun oynarken biri yere düştüğünde erkek çocuklar oynamaya devam ediyor, kızlar ise yardım ediyor. Kadınlardaki diğer bir özellik estetik algılamanın daha üstün olması. Bunların hepsi biyolojik doğayla ilgili. Bu özellikler bilinirse taraflar birbirini doğru tanımış olur. Yani kadın-erkek farklılıklarını göz önüne alarak bu ilişkileri değerlendirmek gerekiyor. Üstünlük yok sadece farklılıklar var. Erkeğin kadını ezmesi durumu, “erkeğin evdeki rolüyle”, “dışarıdaki rolünün” karışmasıyla ilgili.


KADIN-ERKEK SAVAŞI BAŞLADI

- O zaman biz bir çatışmadan çok doğada ki görev dağılımından bahsedebilir miyiz? Ya da kadın ve erkeğin güç çatışması haline gelen ilişkilerde modern çağın rolünden bahsedebilir miyiz? Feminist akımları bu çerçevede nasıl değerlendirebiliriz?
N.T: Tabii. 1960’larda kadınların özgürleşmesi gibi akımlar gelişti. Bu hareketin başlamasında özellikle Freud’un psikolojide geliştirdiği tezin genellenmesi durumu etkin oldu. İlişkilerde kadının özgürleşmesi, bireyselleşmesi gibi durumlarda etkili oldu. Ayrıca sosyal Darwinizm’in de buna katkısı oldu. Darwin’in biyolojideki varlıkların yaşam mücadelesi, doğal güçlünün ayakta kalması, doğal ayıklanma doktrini doğada istisna iken, genel kural gibi oldu. Halbuki doğada yardımlaşma esas mücadele istisnadır. Burada doğadaki canlılar arasında ki bir bakıma barışçıl olan yarışmayı, savaşçıl bir yarışma gibi algılanması sonucu Freud’un bunu insanlar içinde geçerli olarak nitelendirmesiyle aslında bir şekilde “haz prensibi” ortaya çıkmış oldu. İnsanın mutlu olması için hazının peşinde koşması gerekir tezi oluştu. Bu 1960’lı yıllarda toplumda popüler psikoloji olarak yaygınlaştı. Kadın erkek ilişkilerinde kadının özgürleşmesi ve cinsel özgürlük adı altında “kadın –erkek savaşlarına” neden oldu. Bu savaş sonucunda da evlilik kurban edilmiş oldu. Evlilik bir mücadele alanına dönüştü.

- Kitabınızda Fransız İhtilali sırasında Fransa’da kadının hala insan olup olmadığının tartışıldığına değiniyorsunuz. Aslında bu açıdan bakıldığında Avrupa tarihi de kadınlara karşı pek nazik olmamış. Örneğin bir Ortaçağ Avrupası’nda “cadı” olduğu gerekçesiyle yakılan kadınlardan var. Feminist hareketin bir bakıma Batılı kadının intikamı olduğu söylenebilir mi?
N.T: Evet… Batıda gerçekten kadın çok değersizleştirilmişti. Reform, Rönesans ve Aydınlanma çağı öncesi. Mesela Roma döneminde de bu böyleydi kadın eşya gibi görülüyordu. Aslında kadının “kişiliği”nin değil “dişiliğinin” ön planda tutulduğu bir anlayış vardı. Ve kadın bu noktada kendini kötü hissediyordu. Feminist hareketle birlikte kadını kontrol etmek isteyen erkek ve ataerkil anlayış kadını cinsel sömürü anlayışına dönüşmüştü. Bir bakıma erkek feministler ortaya çıktı. Romantizmi ikinci plana atan erotizmi birinci planda tutan bir erkek bakışı ön plana çıktı. İlişkilerde kadın romantizmi erkek ise erotizmi ön planda tuttu. Bunun erkeklerin dikkatini çeken reklamlarda kadınların olması gibi sonuçları da oldu. Böylece kadınlar kapitalist sistemde zarar görmeye başladılar.

'ERKEĞİN GÖLGESİNDE KALAN' SEÇİLDİ

- Peki, Türk toplumunda bugün “anaerkil” bir anlayıştan söz edebilir miyiz?
N.T: Evet… Evde son sözü kadın söyler mesela. Kadınlar evde aile içi ilişkilerde, çocukların eğitiminde evin ihtiyaçlarında son sözü söyler. Dışarıda ise son sözü erkek söylüyor. Bizim kültürümüzde böyle bir sistem var… Ancak bu sistemde baskıcı Mezopotamya kültürü nedeniyle bir yozlaşmadan da bahsedebiliriz. Ama bizim kültürümüze kaynaklık eden dini değerlerde var. Mesela, Hz. Fatma, Hz. Hatice ve Hz. Ayşe örneği var… Burada Hz. Fatma örneği tercih edildi. Erkeğin gölgesinde olan geri planda kalan…

- Bilinçli bir tercih yapıldı o zaman…
N.T: Hz. Hatice ve Hz. Ayşe’nin etkin rolleri bir şekilde gölgelendi. Batıda ki feminist hareket bizim bu gibi şeyleri keşfetmemize neden oldu. Ancak bizim kültürümüzle Batı kültürünün dinamikleri aynı değil. Bunu karıştırmamak gerekli…

- Sizce kadına verilen roller ve beklentiler zamanın ruhuna göre değişiyor mu?
N.T: Kadının rolü pek değişmiyor. Örneğin evde ki rolü değişmiyor. Mesela kadın ve erkek çalışıyor, akşam eve gelindiğinde erkek televizyon karşısına geçerken kadın gündüz çalışmış olmasına rağmen bir şekilde yine çalışmaya devam etme durumunda kalıyor.

- Kitabınız da kent kültüründe kadının “tüketen” konumunda olduğunu, kırsalda ise üreten bir konumda olduğundan bahsetmişsiniz. Tarlada işçi, evde anne, eş olan bir kadın var. Kentte ki kadınla kırsaldaki kadın arasında hala böyle bir fark var mı?
N.T: Tabi tarımla uğraşan nüfus çok azaldı. Ama endüstri devrimi ve makineleşmeye rağmen kadının işçi rolü hala bir şekilde sürüyor. Erkek kahvede oturuyor kadın çalışıyor eve gelince yine kadın çalışıyor. Bu evlilikte kadının aleyhine işleyen bir sistem…
BOŞANMANIN EN BÜYÜK NEDENİ

- Evlilik konusuna da gelirsek eğer, ülkemizde kutsal bir kurum olarak görülmesine rağmen boşanma oranlarının yüksek olmasını neye bağlayabiliriz? Çiftlere önerilen çözüm yöntemleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Örneğin “İlişki terapistleri”, “Yaşam Koçu” gibi yeni alternatif destekler var…
N.T :Bu konuda ülkemizde yasal boşluk var. “İlişki terapistleri”, “Yaşam Koçu” bunlar pozitif psikolojidir. Kişinin kendini tanıması özgüveni geliştirmesi için yardımcı olur. Öfke kontrolü, stres yönetimi gibi duygusal zeka programları var…

- Sizce bu yöntemlerin kullanımı ülkemizde doğru yapılabiliyor mu?
N.T: İşinin ehli biri tarafından yapılırsa koruyucu ruh sağlığı açısından yararlı olabilir. Ancak psikoloji eğitimi almamış sadece birkaç kitap okuyan kişilerde bu işi yapabiliyor ve danışmanlık hizmetleri verebiliyor. Ve bu kişilerin ilişkilere verdikleri zararı biz düzeltmek durumunda kalabiliyoruz. Amerika’da özellikle çift terapistleri boşanmanın en büyük nedeni gösteriliyor. Oysa boşanma en son öneridir. Çünkü sonucunu çocuklar çekiyor…

EGO PATLAMASI YAŞANIYOR


- Peki, bu gibi konular hakkında çıkan formüle edilmiş kitaplara nasıl bakıyorsunuz? Örneğin “Evliliği ayakta tutmanın 20 yolu” gibi yayınlar bize kolaycılığı mı aşılıyor?
N.T: Aslında içinde yazılanlar doğru olabiliyor tabi ki yine işinin uzmanı tarafından kaleme alınmalı. Ancak iyi değerlendirmek gerekli. Sorgulayarak okunmalı. Nasıl uygulanacağı önemli. Birçok birey kişisel eğitim kurusundan sonra “ego patlaması” yaşıyor.

- Modern dünya kişiye bireysel olarak zevk peşinde koşmayı mı aşıladı? Fedakarlıktan uzak bencil bireylerin doğmasına mı neden oldu?
N.T: Modernizmin iki hastalığı var, biri egosentrizim diğeri de konformizm. Popüler psikolojide “California Sendromu” olarak da bilinir. Hedonizm oluyor (zevk peşinde koşmak). Kişi daha sonra ben merkezci oluyor. Bunun sonucunda yalnızlık ortaya çıkıyor. Yalnızlaşan insan da mutsuz oluyor ve depresyona neden oluyor bu…

- Son dönemde popüler olan sosyal paylaşım siteleriyle (Facebook, Twitter gibi) ilişkilendirebilir miyiz bu durumu? Yalnızlaşan birey bir şekilde tekrar dahil olma ve sosyallik çabası içerisine mi giriyor?
N.T: Aslında sanal paylaşım ortamları iyi kullanılırsa yararlı olabilir. İnterneti bir bilgiye ulaşmak için de kullanabilirsiniz bir bomba yapımını öğrenmek için de. Sosyal sitelerde ise durum kişiyi yalancılığa itebiliyor. Anne – babanın içi, çocuk evde olduğu için rahat oluyor. Ama bu aslında sanal değil çünkü genç kızlar bu ortamlarda birileriyle tanışıp evden kaçabiliyor. Sohbetin ötesinde bir doyum alanı oluyor internet. Facebook gibi sosyal ortamlar yararlı olduğu gibi aynı zamanda yalancılığı da doğallaştırması açısından zararlı olabiliyor. Seçici kullanım önemli…

- Televizyon ve bilgisayarla çevrelenmiş, görselliğin hakim olduğu bir dünya da yaşıyoruz. Kitapları dizilerden takip ediyoruz. Bir tekno-kültürden bahsedebilir miyiz şu anda yaşanılan?
N.T: Evet… Örneğin çocuklarda klip sendromu oluyor. Küçük çocuklar ucuz bakıcı gibi televizyon karşısına oturtuluyor. Çocuk konuşma ihtiyacı hissetmediği için beyinde bu alanlar uyarılmıyor. Bize getirildiğinde bu çocukları otistik sanıyoruz oysa ki sosyal izole oluyor çocuk…

- Kitabınızda çeşitli ilişkilere, davranış psikolojilerine dair birçok tespitiniz var. Ama kitabın adı Kadın Psikolojisi, neden?
N.T: Kadının politik psikolojisi üzerine çok çeşitli tartışmalar vardı. Kadın erkek savaşlarında kadının zarar görmesi, feminizmin getirdiği boşanmaların artışı gibi durumlar söz konusuydu. Bu ismin seçilmesinin nedeni genellikte kadın burada kurban olduğu içindi…

- Merak konusu oluyor…
N.T: Kadınlar genellikle bu kitabı alıp okuduğu için. Erkek bunu okumayı eksiklik gibi görürken kadın cevapları daha fazla arayan kişi oluyor.

İLİŞKİDE ÇATIŞMA NİYE ÇIKIYOR?


- Diyorsunuz ki “Aşk iyi bir ilişkinin sebebi değildir, sonucudur…” Bunu biraz açıklayabilir misiniz?
N.T: Aşk denildiğinde, kadın romantizmi ön planda tutar. Erkekse kadını elde etmek için romantizm verir ve karşılığında erotizm ister… Kadın erkek arasında bu farklılıklar var. Günümüzde aşk denildiğinde sadece cinsel aşk algılanıyor. Aşkı tanımlamak lazım. Aşk denildiğinde “romans” akla gelmeli…

Aşık olduğu kişiyle evlendikten sonra aldatılanlar, ayrılanlar oluyor. Demek ki aşk iyi bir ilişkinin sebebi değil. Erkeğin aşk anlayışıyla kadının aşk anlayışı farklı; iyi işbirliği kurabilirse çiftler iyi aşıklar oluyorlar. İlk başta da aşka ihtiyaç var tabii. Aşık olmaya gerek yok diyemeyiz. Ancak o aşkı devam ettirmek becerisini kazanmalı.

- Çiftler belirli bir zamandan sonra empati kurma isteklerini yitiriyor belki de…
N.T:Emek ve yatırım gerekiyor ilişkiye. Bir süre sonra birbirlerini tanıyamıyor, anlayamıyor hale gelinebiliyor. Çatışma çıkabiliyor aralarında. Çabalanırsa iyi aşık olabilir çiftler… Aşk iyi bir ilişkinin nedeni değil sonucudur diyebiliriz…

- O zaman mutlu aşk vardır diyebilir miyiz?
N.T: Evet ama aşkı kendi içinde yönetebilmek gerekli, aşkın kendi içinde bir disiplini olması gerekiyor… Böyle olursa doğru aşklar insanı mutlu ediyor…
 


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:18 Haziran 2010

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.