SINIRDA YAŞAMAK
Psikohayat Dergisi
NP İstanbul Hastanesi'nden Uzm. Psk.Sinem Öztep Kuruoğlu anlattı:
"Ruhsal bozuklukların psikanalistlerce yapılan en temel sınıflandırmasında üç ana kategori bulunmaktadır: nevroz, sınır ve psikoz. Nevrozda cinsel ve saldırgan dürtülerin ifade bulmak üzere yaptığı baskıya karşı bu dürtüleri bastırma çabaları ve bu mücadelenin yarattığı gerilim iş başındayken, psikozda gerçekliği algılama alanında sıkıntılar yaşanır, kimi zaman kişi tamamen kendine has, farklı bir gerçeklikte yaşayabilir. Her iki ruhsal yapılanmanın ortasında ise sınır kişilik yer almaktadır.
Denetlenemeyen ve çiğ şekilde ortaya konan öfke tepkileri, boşluk duyguları, özel ilişkilerde şiddetli aldatılma ve terk edilme korkuları vardır. Bu korkulara karşı savunma olarak yapılan sağlıksız manevralarla ilişkileri sağlıksız hale dönüştürme, manipülatif davranışlar, intihar girişimleri görülür. Kim olduğu (kimlik) ile ilgili kararsızlıklar, karmaşık ve kriz yaşantılarının bolca söz konusu olduğu ilişkiler, stres dönemlerinde gerçeklik algılamasının kaybolabilmesi sınır kişiliğin temel özellikleridir.
En başta kişinin kendisi için yorucu ve yıpratıcı olan tüm bu yaşantılara yol açan, bu konuda yapılmış çoğu araştırmanın söylediği gibi, ilk dönem ilişkilerde, özellikle de anne-bebek ilişkisinde, yaşanan travmalardır. İlk dönem travmalarının ileriki dönem travmalardan farkı kişilik yapılanmalarını doğrudan etkilemeleridir. Özellikle sınır kişilikte çocukluk döneminde taciz ve şiddet yaşantıları söz konusudur. Çocuk ebeveynin ihmalleri, retleri, tacizi ya da şiddeti karşısında ihtiyaç duyduğu duygusal emniyet hissini ve temel güven duygusunu yaşantılayamaz ve bu emniyetsizlik duygusu başta özel ilişkiler olmak üzere sonraki tüm ilişkilere yansır. Sınır kişiliğe göre, terk edilme ve aldatılma ihtimali her zaman söz konusudur. 'Diğeri' her zaman kırıcı, aldatıcı, terk edip gidebilecek ve hiçbir zaman yeterince güven veremeyendir.
Ebeveynler mükemmel insanlar değildirler. Ebeveynler, güçlü ve sağlıklı yanları olduğu kadar, kusurları ve zayıflıkları da olan, hem olumlu, hem de olumsuz özellikler taşıyan 'gerçek' insanlardır. Çocuk olarak büyürken bizler gelişimimizin nispeten erken bir aşamasında hem olumlu hem de olumsuz özelliklerin, güçlü ve zayıf yanların aynı kişide toplandığını, anne ve babamızın karikatürize şekilde tamamen kötü ya da tamamen iyi olmadığını algılamaya, yani ebeveynlerin kişiliğindeki olumlu ve olumsuz özellikleri sentezlemeye başlarız. Örneğin aynı anne hem bizi açken birazcık bekletebilen ve sütten yoksun bırakan kötü annedir, hem de sarılan, öpen, okşayan, sevgisini hissettiğimiz iyi annedir. Başlangıçta bu olumlu ve olumsuz yaşantılar sentezlenmiş değildirler, iyi ve kötü anne birbirine değmeden yaşar gider. Tıpkı Türk filmlerindeki veya masallardaki iyi ve kötü karakterler gibi birbirlerinden ayrıdırlar. Ancak zamanla anlarız ki, iyi anne ile kötü anne, aslında aynı kişidir. Tıpkı Amerikan dizilerinin hem sevilen hem de yanlış işler yapan karakterleri gibi. Bu sentezleme sürecinin varlığı ya da yokluğu hayatımız süresince kişileri ve olayları algılayışımızda iş başında olacaktır.
Sınır kişilikte ise maruz kalınan şiddet ve taciz yaşantıları, gelişimdeki sentez sürecine katılamayacak kadar aşırı olumsuz niteliklerdedir. Kişinin ruhsal dünyasındaki temsillerinde kötü ebeveyn hiçbir zaman sağlıklı şekilde iyi ebeveynle karışmaz çünkü kötü, iyiye zarar verecektir. Dolayısıyla kişiler tamamen iyi ve tamamen kötü olarak algılanmaya devam eder. Bir Türk filmi izleyicisinin tecavüzcü adamı filmin sonuna kadar tamamen kötü, filmdeki başrol erkek oyuncusunu tamamen iyi, filmdeki sarışın kadını tamamen kötü ve esmer kadının da tamamen iyi şeklinde algılamasına benzer şekilde sınır kişilik de insanları iyi ve kötü şeklinde ayırma eğilimindedir. Ya da aynı kişiye olan olumlu ve olumsuz duygularında, örneğin sevgisinde veya kızgınlığında, diğer kutbu unutacak kadar aşırıya gidebilir. Algılamaları da verdiği tepkileri belirleyecek ve tepkilerinde aşırılık ve dengesizlik yaratacaktır.
Temel güven duygusunun eksik oluşuna ve dolayısıyla güven duygusunu yaşatabilecek bir ilişkinin varlığına dair inançsızlık, ek olarak iyi ve kötünün bu şekilde sentezlenememiş hali, ilişkileri karmaşık hale getirir. Sınır kişilik, kimilerince tutkulu aşk diye adlandırılabilecek olan, bol gelgitli, inişli çıkışlı, kimi zaman sevgi kimi zaman nefret duygularının baskın olduğu ilişkiler yaşar ve yaşatır. İki seçenek vardır; ya bu türden ilişkileri kendisine yaşatabilecek, psikolojik anlamda dengeli olmayan insanları bulmak veya kendi çarpıtılmış algılamaları ve savunma mekanizmaları ile sağlıklı bir ilişkiyi sağlıksız hale getirmek. Yaşanan şey en temelde ilk dönem ilişkisindeki deneyimin bir tekrarı niteliğindedir. Sağlıksız tepkiler olarak öfke krizleri ve intihar girişimlerine veya tehditlerine sıkça rastlanabilir.
Sınır kişilikte yıpratıcı savunmalar
Tamamen iyi ve tamamen kötü şeklindeki algılama, 'bölme' dediğimiz savunma mekanizmasının uygulamaya geçmiş halidir. Ego, ebeveynlerin olumsuz tutumlarının bir getirisi (ya da götürüsü) olarak sağlıklı şekilde gelişip olgun işlevlerini yerine getirecek şekilde gelişemediğinden kimlik duygusu oluşmamıştır ve savunmalar da ilişkileri oldukça yıpratıcı şekilde yaşamaya yol açacak şekilde ilkeldir.
Bölme savunması aynı zamanda kendisi ile diğerleri arasındaki iyi-kötü algılamasını da belirler. Yani, kişi karşısındakini olumsuz algılarken kendisini olumlu, kötüye maruz kalan, zulme uğrayan olarak algılayabilir ve tepkilerini bu algılamaya göre verir. Duygu, yoğun şekilde hissedilen öfkedir. Ya da kendisi kötüdür ve karşısındaki iyiye zarar vermektedir. Bu da yoğun suçluluk duygularına yol açar. Kişi bu birbirine zıt duygu halleri arasında gidip gelmenin yorgunluğunu yaşar. Nasıl ki diğerinin algılanmasında iyi ve kötü sentezlenemediyse, kişinin kendisini algılamasında da iyi ve kötü sentezlenememiştir. Bu da kimlik duygusunun yoksunluğuna yol açar. 'Yansıtma' adı verilen bu savunma, kendindeki iyi ya da kötü yanın, tıpkı bir boya tüpünden fışkırtılan boya gibi, diğer kişiye yansıtılması ve diğer kişinin bu renkte algılanmasıdır.
Sınır kişilik sorunları nasıl tedavi edilir?
Yoğun öfke, boşluk duyguları, depresif duygu halleri kimi zaman psikiyatrist desteği ve ilaç tedavisi gerektirse de sınır kişiliğin tedavisi uzun süreli psikoterapidir. Bu tedavi, güncelde yaşanan sıkıntılarla travmatik geçmiş arasındaki bağın kurulması için gereklidir. Bu bağ kişilikte var olan ve günceldeki ilişkilerin sağlıklı gitmesini engelleyen bozucu faktörlerin geçmiş ilişkilerdeki kökenlerini anlamayı sağlar. Terapist-hasta ilişkisinin duygusal olarak stabil, dengeli ve güven verici olması, geçmişteki travmatik yaşantılardan davranış repertuarına katılmış olan özelliklerin berraklaşarak ortaya çıkmasına ve anlaşılmasına olanak verir.
Terapi süreci uzun; yapılan çalışma derinlemesinedir. Hastanın algısal çarpıtmaları, tepkisellik ve güvensizliği terapistle ilişkisinde, terapistin yorumları ile görülür ve anlaşılır bir nitelik kazanır. Dışarıdaki ilişkilerde olduğu gibi bu ilişkide de sağlıksız tekrarlar vardır ancak bu sefer yaşanılıp ilişkiyi bozmak ve tüketmek adına değil, anlaşılmak ve açıklanmak üzere."
Paylaş