Ameliyatta müzikle uyutulmaya ne dersiniz?
Makas, Neşter, Pens ve Keman
Müziğin tedavi edici özelliği, çok eski kültürlerde bile insanların fark edip kullandığı bir “merhem”... Modern tıp, çaresiz kaldığı hastalıkların tedavisinde eski Şamanların bu sihirli merhemine başvurunca, ortaya ilginç sonuçlar çıktı. Müzik, felçlileri yürütüyor, narkozdan tasarruf sağlıyor, Alzheimer hastalarına ise çocuklarını anımsatıyor!
Küba Devrimi'nin idolü Ernesto Che Guevara, biraz önce masasına kadar gelip kendisini dansa kaldıran sempatik hanıma eştik ederken çok dikkatliydi. Hata yapmamak, damının ayağına basmamak için, pistte dans eden emir subayından gözünü ayırmıyordu. Che'yi iyi tanıyan emir subayı, komutanına gerektiği ölçüde yardımcı olabilmek için, bazen hızlı bazen de yavaş ritimli adımlarla dans ediyordu. Emir subayının figürlerinden kopya çekerek dans etmeye çalışan Che'nin herhangi bir işitme sorunu yoktu, ritim tutmasını da biliyordu, ama müziği algılayamıyordu!
Dünyanın en ünlü bateristlerinden İskoçyalı Evelyn Glennie ise, işitme engelli olmasına karşın, yere çıplak basan ayakları ile hissettiği titreşimlerden müziği algılıyor! Yaşamının son yıllarında sağır olan klasik müziğin devlerinden Beethoven da, beste yaparken çaldığı müziği hissedebilmek için, dişlerinin arasına sıkıştırdığı bir tahtayı piyanonun rezonans kutusunun üstüne dayıyordu!
Müziğin insan fizyolojisi üzerindeki etkileri ve bu etkilemenin nasıl gerçekleştiği konusundaki bilgilere, günümüzün çok gelişmiş teknolojileri ile beyin üzerinde yapılan araştırmalar sayesinde ulaşılıyor. Müziğin beyindeki etkilerini anlamak, teknolojinin tüm gelişmişliğine karşın oldukça güç, ancak bir o kadar da önemli...
Sesi duyarken, müziği algılayamamak!
Hannover'daki Müzik Yüksekokulu'nda görevli müzik fizyolojisi ve nöroloji uzmanı Eckart Altenmüller, müziğin konser salonlarında değil, ilk olarak beyinde oluştuğunu söylüyor. Bize garip gelebilir belki, ama müzik aslında kulaktan beyne aktarılan bir demet fiziksel uyandan başka bir şey değil. Bu uyarılar, beynimizde gerçekleşen bir dizi işlemden sonra müziğe dönüşüyor. Dolayısıyla, bazı insanlar sağlıklı bir şekilde işitebildikleri halde, patolojik nedenlerle, bazı nörolojik bağların iyi işlememesi sonucu, müziği algılayamıyorlar.
Bilim dünyası, organizmanın fizyolojik mekanizmalarını bilgisayar teknolojisinin sunduğu olanaklarla yavaş yavaş çözmeye başladı. Ses, ritim ve hareketlen büyük bir hassasiyetle kaydedebilen video sistemleri sayesinde artık ayrıntılı incelemeler yapılabiliyor. Bulgular, bilgileri hemen alma ve işleme konusunda, insanoğlundaki işitme duyusunun görme duyusundan daha gelişmiş olduğunu gösteriyor. Evrimsel biyoloji uzmanları, eski çağlarda hayatta kalabilmek için iyi İşiten kulakların çok önemli olduğunu vurguluyorlar. Yaprak hışırtısı ya da dallardan gelen çıtırtıları işitebilmek, yaklaşan bir tehlikeyi ve nereden geldiğini anlayıp hemen oradan uzaklaşmak, canlıların hayatta kalabilme reçeteleriydi.
Elde edilen verilere göre, işitme duyusu, organizmayı görme duyusundan çok daha Önce yönlendirmeye başlıyor. Anne karnındaki embriyo, hiçbir duyusunun aktif olmadığı dönemde işitme yetisine sahip. Anne karnındaki bebek, fetüs evresinde İlk duygulanımları sesler aracılığı ile yaşıyor. Bunlar, annenin kalp atışı, nefes alıp vermesi ve dolaşım sistemine ait sesler...
Amerikalı anestezi uzmanı Dr. Fred Schwartz, anne karnındaki sesleri Özel bir mikrofon aracılığıyla kaydederek erken doğan bebeklere dinletti. Bebekler kısa sürede kilo almaya başlamış ve daha sağlıklı bir gelişim göstermişlerdi. Üstelik eskisine oranla daha sakin davranıyorlardı. Erken doğan bebeklerin bakımları masraflı işlemler gerektirdiği için, bu bulgu büyük önem taşıyor. Anne karnındaki sesler, yetişkinler üzerinde de olumlu etkiler yaratıyor. Yetişkinler, bu sesler kendilerini ana rahmindeki o güvenli dünyaya götürdüğü için kolayca sakinleşebiliyorlar.
Müzik nasıl rahatlatır?
Aslında bu sorunun yanıtı fizik yasalarında gizli. İki titreşim, yani müzik aç, ele alınırsa iki ritim çarpıştığında bir tanesi kayboluyor, yönetimi diğeri ele alıyor. Örneğin, iki saati yan yana koyduğunuzda, zamanla her ikisi de aynı ritm ile vurmaya başlıyor. İki insan birlikte yaşamaya başladığında hareketleri, solukları, beyin dalgaları yavaş yavaş birbirine uyum sağlıyor. Bu fizik ilkesi, müziğe, sahip olduğu o tedavi edici özelliği kazandırıyor. Müzik terapisi uzun süre psikoloji biliminin bir aracı olarak kabul edildi. Uyum ve rahatlama söz konusu olduğunda, müziğin kalp atışlarına uyum sağlaması önem taşıyor. 0 nedenle, dakikada 60-70 vuruş en ideali. Andante, adagio ve largo gibi ağır ritimli klasik müzik eserleri bu amaca çok uygun. Başarılı sonuç alabilmek için, kullanılacak müzik parçalarının süresinin de 3-12 dakika arasında olması gerekiyor. Düşük frekanslı ve solo konserlerin derin rahatlama için daha uygun olduğunu da söyleyelim. Son olarak obua, piyano, çello, keman, klarnet ve org, basit armoni ve ritimler için en ideal enstrümanlar..
Hastalığın Nedeni: "Doğadaki müziğin kaybolması"
Almanya'nın Lüdcnscheid kentindeki Hellersen Sporcu Hastanesi'nden anestezi uzmanı Dr. Ralph Spintge, bugüne kadar yürüttükleri araştırmalar ve klinik gözlemlerde, müzik ile tıp arasındaki tedavi edici bağlantıyı oluşturan etkenin ritim olduğu sonucuna varmış: "Müziği, nefes almak suretiyle gerçekleşen kalp atımından beyin etkinliklerindeki döngülere kadar, insandaki iç ritmin bir yansıması olarak değerlendiriyorum. Bu nedenle, organizmayı dışarıdan kalıcı olarak etkileyecek tek şeyin de ritim olduğunu düşünüyorum."
Yeryüzünde yaşayan tüm canlar belirli ritimleri izleyerek yıllara, ayın evrelerine, geceye ve gündüze, hatta gelgite uyum sağlıyor. Fizyoloji uzmanları, pek çok hastalığın bu ritimlerin kaybolması nedeniyle ortaya çıktığını saptamış durumdalar! Örneğin; astım krizleri daha çok gece yaşanıyor, ya da kalp enfarktüsü sabah 10-12 saatleri arasında yoğunlaşıyor. Kalp atışımız, sağlıklı ve rahat olduğumuz durumlarda yumuşak bir ritim izlerken; korku, ağrı duyumu ya da diğer stresli durumlarda hızlanıyor. Ritim kontrolüne dayalı tıbbi uygulamalar konusunda başarılı örneklerden bir diğeri ise, uzay çalışmaları sırasında hayata geçti. Roket siloları ve nükleer denizaltılarda çalışan personelin uyku ritimlerini düzenleyen müzik programları, Rus uzay İstasyonu MIR'deki kozmonotlar tarafından geliştirilmişti...
Felci yenen ritimler
Colorado Devlet Üniversitesi Biyomedikal Müzik Araştırmaları Merkezi başkanı Prof. Dr. Michael Thaut da, terapide kullanılan müziklerdeki belirleyici unsurun ritim olduğunu düşünüyor. Thaut, neredeyse mucize olarak nitelenebilecek örnekler veriyor. Müzik eşliğindeki terapi seansları sonunda felçli hastalar yeniden yürümeye, konuşma becerisini kaybedenler de yeniden konuşmaya başlamışlar!
Bu kadar da değil... Walkman İle dinlenecek basit bir marş müziği, Parkinsonlu veya felçli hastaları yeniden adım atar hale getirebilmiş. Felçli hastalar için bilimsel kriterler dikkate alınarak tasarlanıp uygulanan müzik terapisi sonucundaki iyileşme oranı yüzde 25'i bulabiliyor. Hafızaları bütünüyle kaybolmuş gibi görünen Alzheimer hastalarına çocukluklarından aşina oldukları müzikler dinletildiğinde, o müzikle bağlantılı anıların yeniden canlandığı gözlenmiş! Müzikli terapiler sonunda, konuşma yetilerini kaybeden bir kısım Alzheimer hastası artık yeniden konuşabiliyor! Thaut ve ekibinin elde ettiği sonuçlara göre, insan beyni dışarıdan verilen bir ritmi çok hızlı algılayıp, hemen harekete dönüştürebiliyor.
Sağlıklı insanların verilen bir ritme uyum sağlamaları zor değil. Ancak felçli ya da Parkinsonlu hastalar düzenli adımlarla yürüyebilmede veya adımlarını kontrol ederek köşeleri dönmede zorluk çekiyorlar. Uyarıcı mekanizmanın beyin travması geçirmiş kişilerde de işleyip işlemediğini ortaya çıkartmak isteyen Thaut'un ekibi şaşırtıcı sonuçlar elde etti. örneğin, normal koşullarda ayaklarını yerden kaldıramayan felçli hastalar, uygun ritimdeki bir müzik eşliğinde rehabilite edildiklerinde, neredeyse eskisi kadar rahat yürümeye başladılar. Tedavinin ileri dönemlerinde giderek rutinleşen bu uygulamanın amacı, ritmi "içselleştirmek", yani ihtiyaç duyduğunda hastanın otomatik olarak bu alışkanlığını kullanabilmesini sağlamak. Böylelikle hastalar, zaman içinde müzik olmadan da normal hareket etmeye başlıyorlar. Daha sonra yapılan muayeneler, bu şekilde egzersiz yaptırılan hastaların beyinlerindeki motor hareket koordinasyon yeteneğinin zamanla düzeldiğini gösterdi.
New York'taki Beth Israel Tıp Merkezi'nde çalışan Joanne Loewy, bir aylık ile dört yaş arasındaki grubu kapsayan; AIDS'li, lösemili, astımlı ve ağır beyin travması geçirmiş çocuklar üzerinde yaptığı uzun soluklu araştırmalarda, ritim ve seslerin beyni ve beynin kontrolündeki bedensel işlemleri olumlu etkilediğini gözlemledi. Müzikal terapi, sakinleştirici ilaçlarla aynı etkiyi yaratıyordu, üstelik de yan etkisiz. Müzik, nefes alışverişlerini senkronize ediyor, ağrıyı hafifletiyor ve vücudun bağışıklık sistemini güçlendiriyordu. Müzikle tedavinin bir başka yararı da, hastaların doktor ve tedavi kurumuna daha kolay güven duymalarını sağlıyor olmasıydı. Bu amaçla, çocuklara yapılan müdahaleler sırasında dinletilmek üzere çocuk şarkıları, klasik müzik, Budist ezgiler ve "anne karnı" melodileri geliştirildi.
Bu konuda çeşitli araştırmalar yürüten, Hellersen Sporcu Hastanesi anestezi uzmanı Ralph Spintge de, 120 binden fazla hasta üzerinde yaptığı araştırmada, ameliyattan önce ve ameliyat sırasında müzik dinletilen hastaların yüzde 5O'sinin daha az narkoza ihtiyaç duyduğunu ortaya çıkardı. Omuriliğe enjeksiyonla müdahale gibi, hastanın bilincinin yerinde olması gereken çok ağrılı operasyonlarda yararlanılan müzik, etkili bir anestezik yerine geçebiliyordu. Spintge, bu müziklerde ritmin "canlı" ve değişken olması gerektiğini belirtiyor. Sert ve tekdüze ritimli bir müziğin ters etki yapması olasılığı var. Çünkü, yapılan deneylerde sağlıklı bir organizmanın ritminde de dalgalanmalar görülebiliyor.
Şaman Bana Bir Çare
En son teknoloji ürünü çeşitli müzik ekipmanları, günümüzde artık yalnızca hastanelerin koridor ve odalarına yayın yapan aletler olarak değil, tedavi işlemlerinin yapıldığı tüm birimlerde basit bir oksijen tüpü kadar vazgeçilmez sağlık gereci olarak da kabul görüyor. Hastalar, herhangi bir lokal anestezi sırasında ne dinlemek istediklerine kendileri karar verebiliyorlar. Seçenekler, tekno müzikten big-band'e ya da klasik müzikten etnik müziklere kadar uzanan geniş bir yelpaze oluşturuyor. Bu nedenle, artık "müzikle anestezi" uygulamasının vazgeçilmezleri arasına "müzik anamnezi" de girmiş durumda. Yani, operasyon öncesi uzman doktorlar, hastaya, en sevdiği müziği, hangi müziklerin ona güzel anılar çağrıştırdığını ve hastanın herhangi bir müzik aleti çalıp çalmadığı m sormakla işe başlıyorlar. Bu bilgiler doğrultusunda o hasta için özgün bir kişisel "anestezik müzik programı" hazırlanıyor. Bu müzik, ameliyat öncesinde, ameliyat sırasında ve sonrasında hastaya eşlik ediyor. Ameliyathanelerde müzik kullanımı yalnızca hastaları etkilemiyor, cerrahların da rahatlamasını sağlıyor. Ameliyat ekibinin nabız ve tansiyonları en beklenmedik durumlarda bile yükselmiyor.
İstatistikler, anestezik müzik sayesinde ameliyatlarda kullanılan narkoz malzemesinde yaklaşık yüzde 50'lik bir tasarruf sağlandığını gösteriyor. Öte yandan, pek çok hastanın müzik dinlerken daha sakin davrandığı, bu nedenle de ameliyat sonrası komplikasyonların azaldığı veya hiç görülmediği ve buna bağlı olarak hastanede yatma sürecinin de önemli ölçüde kısaldığı saptanmış durumda. Önümüzdeki yıllarda, tedavi edici müzik CD'lerinin eczane vitrinlerinde boy göstereceğini söylemek, her halde çok uzak bir olasılık olmasa gerek!
Türklerde müzikle tedavi
İlk İnsan topluluklarında büyücüler bedene ve ruha yerleşen hastalığı iyileştirmek için tef çalıyor, şarkı söylüyor ve dans ediyorlardı. Orta Asya'daki Türk toplumlarının dini Şamanizm'deki görevlileri Kam"lar da hastalarına yöntemi, yani müzikle tedavi yöntemini uyguluyorlardı. Uygur Türklerinde bir anlamda aynı görevi üstlenen şamanlar, bir hastaya çağrıldıklarında, davul ve kopuz çalmakla işe başlıyor, mistik havaya girinceye kadar bu eylemi sürdürüyorlardı. Bir tür trans haline giren şamanın ruhunun bedenden ayrılarak yeraltına indiğine, hastanın canını aramaya koyulduğuna inanılıyordu.
Türklerin müzikle tedavi uygulamaları ileriki yüzyıllarda Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de sürdü. Bu alanda ünlenen ilk tıp fakültesi, 1154'de Musul alabeki Nureddin Zengi taralından Şam'da yaptırılan Nureddin Şifahanesi idi. 1648de Şifahaneyi gezen Evliya Çelebi,ünlü Seyahatnamesinde, burada uygulanan tedavi yöntemlerinden söz eder. Çelebinin aktardığı kadarıyla, Nureddin Şifahanesi'nde, hüznün yok edilmesi amacıyla güzel sesti hanende ve sazendelerin günde üç kez fasıl yapıp meşk ettiklerini biliyoruz.
Osmanlı İmparatorluğunda, Sultan II. Bayezid’in 1488 yılında Edirne'de Tunca Nehri kenarında yaptırttığı Darülşifa'da sinir hastalan müzikle tedavi ediliyor, çok olumlu sonuçlar alınıyordu. Darülşifa, günümüzde Türk psikiyatri tarihinden örneklerin de sergilendiği bir sağlık müzesi olarak hizmet veriyor.
Sultan III. Selim zamanında yaşayan Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi, çocuk psikiyatrisi ve hastalıklarında makamların etkilerini incelemiş ve bunu bir kitap haline getirmişti. Kitapta; rast makamının felçlilere iyi geldiği, büzürk makamının korkuyu azalttığı, hicaz makamının İdrar zorluğuna iyi geldiği, ırak makamının çocuktaki menenjit ve hafakan hastalıklarının tedavisinde yararlı olduğu, ısfahan makamının zihni açtığı, ateşli hastalıklardan vücudu koruduğu yazılı. Gevrekzade'nin bugün bile ilginç karşılanabilecek bir belirlemesi de, insanların renklerine göre müzik zevklerinin de farklılık gösterdiği. Ona göre esmerler rast, kumral ve sarışınlar kuçek makamından etkileniyorlardı.
KAYNAK: Focus Dergisi
Paylaş