Psikolojide Hipnoz
Yönteme inanmak ve şikayetinden kurtulmak istemek, dolayısıyla tedaviyi yapana (hipnozitör) güven ve hastanın telkin alma gücü tedavinin ana koşullarıdır.
TARİHÇE
Hipnotik fenomenler tarihin ilk insan cemiyetlerinden günümüze kadar geniş bir zaman aralığı içinde; çeşitli kavim ve toplumlarda genellikle falcılık gibi pek çok değişik metotlar şeklinde görülmüştür.
Bu arada; Çinliler, İbraniler, Keltler, Grekler, Mısırlılar, Eskimolar, Kızılderililer, Sibirya ve Orta Asya şamanist toplumları, Japonlar, Afrika kavimleri, Güney Pasifik, Endonezya ve Hindistan ve nihayet Arabistan'da, Anadolu'da Selçukiler ve Osmanlılarda hipnotik fenomenler günlük yaşayışın icabı olarak büyücü - rahiplik maksadı; mütetabiblik veya sırf dini maksatlarla hasıl edilmişlerse de bunların hiçbirisi ilmi bir disiplin konusu olmamıştır. (Griffith W. Williams Hypnosis in Perspective)
İlmi hipnotizmanın başlangıç tarihi olarak Franz Antoine Mesmer'in "Yıldızların İnsan Vücudu Üzerine Tesirleri" isimli tezinin tarihi olan 1765 senesi kabul edilmiştir. Antoine Mesmer'in bu tezinde ileri sürdüğü düşünceye göre; kainat manyetik bir enerji ile doludur. Kainatın bir parçası olan insanın içinde de bu enerjinin bir kısmı mevcuttur. İnsanda hastalık yapan sebep insan vücudundaki bu akışkan enerjinin dağılım bozukluğudur. Bu enerjinin yeter derecesi herhangi bir metotla bir insana yönlendirilirse o insanı hastalıklarından ve ızdıraplarından kurtarmak mümkündür.
Gerçi mıknatıslarla tedavi fikrinin orijini Mesmer değildir, ondan çok daha önce de birçok alşimist fizikçi ve tıp mensubu mıknatıslarla tedavi denemeleri yapıyor ve bunları aralarında Mesmer'in de bulunduğu birçok kimseye gösteriyordu. Bu kimseler arasında rahip Gassner ve astronomi profesörü Maximilien Hell de vardı. (Shaw, Tan, Doksat)
Fakat bu usulü teori olarak geliştiren ve sadece mıknatıslarla kalmayıp, manyetik seyyalenin mıknatıslarda olduğu gibi insanlardan ve başka cisimlerden de yayıldığı "manyetizm animal teorisi" halinde ortaya atarak etrafında bir asırdan fazla süren fikir münakaşaları yaratması dolayısıyla Mesmer manyetizmanın kurucusu sayılmaktadır. Mesmer'in bundan sonraki çalışmalarının genel görünüşü, bahsi geçen manyetik enerjinin yönlendirilmesi metotları üzerinde pek çeşitli denemelerden ibarettir. Hemen söyleyelim ki seyyaleyi parmak uçlarından yaymak, mıknatıs çubuklarını tutturarak insanlara geçirmek, mıknatıslandığına inanılan bakır çubukları, cam parçalarını, suları, ağaç parçalarını insanlara dokundurarak onları manyetize etmek, hatta bu görünmez akışkanı şişelere doldurarak nakil ve sevk etmek gibi usuller sonuçta bizzat Mesmer'i dahi tatmin etmemiş, başarı kazanmış olduğu bunca vakada etkili olan mekanizma hakkında kesin bir sonuca varamadan 1815'te ölmüştür. (Adasal Rasim)
Bugünün düşünürleri için ilim çevrelerinin mümtaz bir siması olan üç fakülte mezunu Mesmer'in böyle bir teori ortaya atması garip olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki o senelerde sadece tek hücreli canlılar incelenebilmiş, fakat bunların hastalık sebebi olabilecekleri, hatta yoktan var olamayacakları dahi henüz kanıtlanmamıştı. O zamanki ilmi düşünceye göre, bal arıları ölü bir dananın boynuzlarından, tarla fareleri, nehirlerin çamurlarından meydana gelebilirdi. Hatta Ross gibi bazı tabiat bilginleri "Bu iddiaları kabul etmemek demek; akıl, mantık ve tecrübeden şüphe etmek demek olur" diyordu.
(Paul de Kruif Mikrobe Hunters) Mesmer'in teorileri ise tatbikatta bir oran dahilinde olsa da gözle görülür olumlu sonuçlar de verebiliyordu. Mesmer'in tedavi tekniği şöyleydi: Hastalar, perdeleri ışık sızdırmaz bir salona özel törenle topluca alınırlar, iyice loş olan ve yan odalardan gelen lirik piyano nağmeleri ile dolu olan bu salonda hiç ses çıkarmamaya özellikle dikkat ederek sıralar halinde dururlar ve ortada bulunan şadırvan şeklindeki bir kapaklı havuzdan uzanan demir çubukları tutarak hasta yerlerine yapıştırırlar, böylece Mesmer'i beklerlerdi. Daha sonra erguvan rengi elbiseleri içinde Mesmer görünür, sıralar arasında dolaşarak hastaları "Pas" adı verilen el hareketleri ile iyi ederdi. Hastalardan çoğu bir şey hissetmezlerse de konvülsiyonlar, ekstaz halleri, psikyatrik krizler olurdu. O zamanlar bu hallerin hepsine birden manyetik kriz adı verilir ve hastanın iyi olması için böyle birkaç kriz geçirmesi istenirdi. (Pierre Janet, Adasal Rasim, Doksat, Tan.)
Mesmer bu seanslara yaralılar, epileptikler ve bunaklar dışında herkesi kabul ediyordu. Bu tedavi seansları Paris'te o kadar büyük ilgi gördü ve Mesmer hayranlığı o kadar büyük kitlelere yayıldı ki 16. Louis, Mesmer'le ilgilenme gereğini duydu. Ve Lavoisier gibi devrinin bilgin kişilerinin de bulunduğu bir komisyona "mesmerik fenomenlerin" incelenmesi görevini verdi. İki üyenin karşı çıkmasına rağmen komisyon, meselenin şarlatanlıktan ibaret olduğu anlamında bir rapor düzenledi. Bu rapordan sonra basının da teşviki ile genel görüşlerin aleyhine döndüğünü gören Mesmer Paris'i terketti. Önce İngiltere'ye ve sonra Avusturya'ya geçti ise de bundan sonraki hayatı hipnotizma tarihi için önemli olmadı. 1784 senesinde Marquis de Puységur o zamana kadar bilinmeyen bir fenomeni gözlemledi. Manyetize ettiği bir hastası yapay olarak uyurgezerlik gösteriyor ve bu durumda Puységur'ün emirlerine tam bir itaat içinde oluyordu. Bu fenomenin keşfi ile manyetizm tarihinde yeni bir çığır açılmış oluyordu. 1784'den 1843'e kadar süren bu devreye "Somnanbulisme Artificiel Devri" adını verebiliriz. Bu devrenin galip özelliği, somnanbulizm üzerinde uzun, yorucu ve sabırlı denemelerin bıkmadan tekrar edilmiş olmasıdır. Çünkü o devirde somnanbül halindeki süjelerin, lüsid hale geldiğine inanılıyor, süjelerden her türlü mucizeyi göstermesi doğal bir halmişcesine bekleniyordu. Lüsid süjeler karşı karşıya geldikleri hastalara teşhis koyuyor, tedavilerinin nasıl olacağını bildiriyor gelecekten haber veriyor, uzakları kapalı gözlerle görebiliyorlardı. Üzerinde tartışmaların devam ettiği bütün bu ifratların yanında, anestezilerin cerrahide kullanılması da bu devrede başlamıştır. Fransa'da 1821'de Recamier 1829'da Cloquet ağrısız ameliyatlar yaparken yine bir Fransız dişhekimi olan Qudet 1837'de telkin edilmiş anesteziden istifade ederek ilk defa bir diş çekiyordu. (S. İrwin ShawClinical Applications of Hypnosis in Dentistry). Bu olay hipnotik fenomenlerin diş hekimliğindeki tatbikatına ait bilinen ilk vakadır.
1837'de İngiltere'de Dr. John Elliotson manyetizma ile ilgilendi, fakat derhal resmi makamların tepkisi ile karşılaştı. 1838'de British Medical Counsil İngiltere hastanelerin de manyetizma tatbikatını yasakladı. Dr. Elliotson bu gayri ilmi davranışı protesto maksadıyla resmi görevinden istifa etti ve manyetizma ile uğraşıya devam ederek, 1843'de Zoist adlı dergiyi çıkardı.
Hindistan Kalküta'da Dr. Esdaill, Zoist dergisini okuyarak konuya ilgi duydu ve 1845'de başladığı manyetik anestezi ile ameliyatlarına 1851'e kadar devam etti. Bu zaman aralığı içinde binlerce ameliyatı başarı ile bitirdi. Ancak 1851'de memleketi İskoçya'ya döndüğünde yaptıklarına kimseyi inandıramadan öldü.
Yine İngiltere'de 1841'de Dr. James Braid, Lafontaine isimli ünlü ve yetenekli bir manyetizmacının seanslarını görerek konunun yeni bir araştırma alanı olduğunu anladı ve incelemelerine başladı. Braid, Lafontain'in süjelerini hipnotize etmek için sabit bir şekilde baktırdığına dikkat ederek manyetik halin göz sinirlerindeki yorgunluk sonucu oluşmuş bir uyku olup olmadığını denemek istedi. Süjelerini parlak bir noktaya (bir sürahi kapağına) dikkatle baktırarak, Lafontain'in elde ettiği sonuca ulaştı. Böylece bütün manyetik usullerin ve teorilerin gereksiz olduğu anlaşılmaya başlanıyordu. 1842'de Britanya tıp cemiyetine yaptığı bir gösteri teklifi ve bir çalışması reddedildi ise de Dr. Braid, 1843'de Neurynology adlı eserini yayınladı. Bu tarih, manyetizma devrinin sonu ve hipnotizma devrinin başı olarak alınır. Manyetik usullere daha bir süre ilgi devam etti ise de, zaman hipnotizma lehine çalıştı. Ancak belirtmek lazımdır ki, daha sonra da manyetik akışkanın kanıtı için birçok deneme yapıldı fakat olumlu bir sonuca ulaşılamadı.
1864'de Fransa'da Nancy'de Liebeauld, Braid'in metotlarını geliştirdi. Süjesine sözle de telkinlerde bulunduğunda hipnotik transın daha çabuk elde edildiğini gördü. 1880'de Fransız nörologlarından Charcot da bir sahne manyetizmacısını gördükten sonra hipnozla ilgilenmeye başladı ve incelemeleri sonunda hipnozun bir histeri manifestasyonu olduğuna dair kanaatini belirtti. 1882'de Liebeauld ile tanışan Bernheim, Nancy de Charcot'nun fikirlerine aykırı fikirler ileri sürüyordu. Böylece Nancy Ekolü ile Charcot'nun Salpetrier Ekolü arasında uzun tartışmalar oldu. Sonuçta Nancy Ekolünün hipnozun normal psikolojik bir olay olduğunu ileri süren görüşünün daha doğru olduğu anlaşıldı.
1885 senesinde Freud, Paris'te hipnotizma ile ilgilendi ve Viyana'da Dr. Breuer ile birlikte hipnoz uygulamasına başladı. Dr. Breuer'in pekçok katarzislerle iyi ettiği hastaların gözlemi Freud'ün bugün anladığımız manada bilinçaltı olgusunu yönelmesine neden oldu. Ancak Freud, hipnoz uygulamasında uğradığı güçlükler dolayısıyla, şifa verici katarzisi hipnozsuz yapabilecek bir metot aradı ve "Serbest Çağrışım" metodunu buldu. Böylece de panseksüalizm teorisine varan psikanaliz metotları doğmuş oldu.
1890'da Carter ve Turner isimli İngiliz diş hekimleri ağrısız diş çekiminde hipnotik anestezinin kullanılışını gösterdiler.
1894'de Bonwill, Amerika'nın çeşitli bölgelerinde hipnozun dişhekimliğindeki kullanılışını gösterdi.
Charcot'nun 1893'de ölmesi ve Freud'un hipnoz tatbikatında pek başarılı olamayarak nihayet onu 1918'de bırakmasıyla, hipnoz üzerindeki çalışmalar İkinci Dünya Savaşı'na kadar durağan bir devreye girmiş oldu. İkinci Dünya Savaşı'nda harp nevrozlarının birden bire çoğalması, uzun zamana ve emeğe ihtiyaç gösteren psikanaliz metotları yerine hipno-analiz metodunun getirilmesini mecburi kıldı. Böylece hipnoza karşı ilgi yeniden uyandı ve savaş sonrasında klinik ve deneysel hipnoz alanlarında birçok yayın görüldü. Amerika ve İngiltere'de klinik ve deneysel hipnoz, tıbbi hipnoz, psikosomatik diş hekimliği, tatbiki psikoloji ve hipnodonti cemiyetleri gibi birçok dernek ve organizasyon kurulup onların fikirlerini içeren dergiler yayınlanmaya başlandı. Dişhekimliği bakımından önemli bir tarih de 1957'dir. Michigan State Board of Dentistry, Amerikan başsavcısından dişhekimlerinin günlük pratiklerinde hipnoz kullanabileceğine dair resmi bir karar çıkardı.
Bugün Amerika'da hipnoz konusu ile ilgilenen beş büyük organizasyondan üç tanesi diş hekimlerine aittir. 1952 yılında Amerika'da hipnoz kullanan dişhekimi sayısı 900, Kanada'da ise 30 idi. Bütün Dünya' da konuya ilgi duyan dişhekimi sayısı her geçen gün hızla artmaktadır. Bu nedenle birçok dişhekimliği okulu ve hipnodonti derneği, dişhekimleri için hopnodonti kursları açmışlardır.
Hipnozun memleketimizde de tıbbın diğer dallarında psikiyatrlar eliyle hayli zamandır başlamış olan uygulamasına dişhekimlerinin de katılmalarına öncülük edebilmenin sevincini duyuyoruz.
Hipnozun özünü oluşturan telkinin nerede başladığı ve nerede bittiği tam olarak bilinmemektedir. Kişi hipnozitörün verdiği telkini alabildiği gibi, aynı telkini kendi kendine deveredebilmektedir. Corn (1948)'e göre oto-telkin "Kişinin kendi isteği ile kendine telkin vererek şikayetlerinden kurtulmasıdır". Bu olaya Pavlov'un çalışmaları (1934) yönünden bakacak olursak, oto-telkin organizmanın şikayetle ilgili olan oranının klasik şartlanmasıdır. Olay alt sinir merkezleri ile olduğu kadar, yüksek, kortikal fonksiyonlarla da ilgilidir. Bugün birçok araştırmacı da, Hipnoz'a mekanizma yönünden yaklaştıklarında, hipnoz yöntemi ile, kortikal fonksiyonlarla alt sinir merkezleri arasındaki bağlantılara ulaşılabildiği ve buralarda bazı düzenlemeler, dengelemeler yapılabildiğinde hemfikirdirler. Ayrıca, hipnoz ile bilinç altına hitap edebildiği, medikal bir özellik taşıdığı ve kuvvetli bir anestezik , analjezik ve teskin edici bir araz olarak, kişilere yardımcı olunduğu kesin olarak bilinmekte ve kabul edilmektedir. İngiltere, Amerika ve Almanya ile bazı doğu ülkelerinde olduğu kadar, Türkiye'de de hipnoz ile ağrısız doğum yapılmakta, diş çekilmekte, çeşitli operasyonlar yapılabilmektedir. Hastaların çeşitli psikolojik şikayetlerinden kurtulmalarına yardımcı olunmaktadır.
Operatör Dr. Hüsnü Öztürk'ün 30 senelik bir çalışma ile geliştirdiği "Bilinçli Hipnoz Metodu" ile hipnoz yönteminde büyük bir hamle yapılarak, bu anlamda, diğer ülkelerin önüne geçilmiştir. Ekip halinde yapılan klinik çalışmalarla hipnoz, analjezik, anestezik ve teskin edici yönü ile çeşitli vakalara uygulanmaktadır. Bu arada hastaların psikolojik şikayetlerine de yaklaşılarak, tedavileri yapılmaktadır. metotda esas, "göz fiksasyonuyla" hastayı hipnotize edip, telkin alma gücünü arttırdıktan sonra "sözle telkin"de bulunurken söylenen sözlerin çok iyi sezilmesi, hastanın anlayacağı şekilde ve gerektiği ölçüde, şikayeti yönünde olmasıdır. Bu nedenle, hastanın şahsiyet yapısı hipnozitör tarafından ne kadar iyi tanınırsa, hipnozitör ile hastası arasındaki ilişki o derece etkili olur ve hasta daha kısa zamanda tedaviye cevap verir.
Tarafımıza müracaat eden hastalar, Bilinçli Hipnoz tedavisine alınmadan önce, genel bir tıbbi muayeneden geçirilir, böylece şikayetinin organik ya da psikolojik kökenli olup olmadığı saptanır. Psikolojik kökenli olduğuna karar verildikten sonra, şikayetler yönünde hipnoz tedavisine başlanır. Eğer hasta organik bir rahatsızlığa sahip ise, hipnoz tedavisi medikal tedavinin yanısıra ona destek olacak şekilde uygulanır. Ağır psikiyatrik vakalar ve geri zekalılar konsantrasyon yeteneklerindeki azalma nedeni ile hipnoz tedavisinden pek yararlanamamaktadır. Mamafih, gerek organik nedenli hastalıklarda ve gerekse bazı psikoz ve zeka geriliği vakalarında da hipnoz tedavisi psikolojik yükümlülüklerini azaltma yönünden etkili olmaktadır.
Hastaların tedavileri yapıldıktan sonra (mayalanma ve gerekirse özel seanslar) kendilerine şikayetleri doğrultusunda oto-telkin öğretilmektedir. Böylece hasta oto-telkinini geliştirdikten sonra, artık bir hipnozitöre ihtiyacı kalmamaktadır, çünkü artık kendi kendinin hipnozitörü, diğer bir ifade ile kendi kendinin doktoru olmuştur. Artık hasta, "oto-telkin" ile kendi psikolojisine ve dolayısıyla kendi ruh-beden bütünlüğüne hitap ederek, organizmasına hükmedebilmekte ve şikayetlerinden rahatlıkla kurtulabilmektedir.
Sonuç olarak, Operatör Doktor Hüsnü Öztürk'ün söylediği gibi, kişilerin yaşamları tek düze olmamaktadır. Yaşamı bir "deniz" olarak sembolize edecek olursak, deniz her zaman sakin olmaz, dalgalar tehlikeli bir hal alabilir. İşte böyle anlarda, kişi adeta "can simidine" tutunurcasına Hipnoz'a, "oto-telkin"e dört elle sarıldığında, o şartlarda bozulan psikolojik durumu, "panikleme" hali derhal düzelir ve yanlış adım atıp denizin azgın dalgalarında boğulmaktan kurtulur.
HİPNOZ NEDİR?...
Hipnoz, psikolojik veya sinirsel kökenli hastalıkların tedavisinde kullanılan yöntemdir. 19. yüzyılda anestezi maddelerinin keşfinden önce hipnoz, bazı cerrahi müdahalelerde ve şiddetli ağrılarda kullanılmaktaydı.
Bir hipnoz tedavisinde, hipnozitör, öncelikle hastanın geçmişini öğrenmek, hastalığının ayrıntılarını kavramak için uzun görüşmeler yapar. Daha sonra hipnoza girebilmek yeteneği açısından kontroller safhası gelir. Bundan sonra hastayı hipnoza sokma çalışmaları başlar. Hipnozda hasta uyumaz, ancak hipnozu yapan kişinin (hipnozitörün) sesine yoğunlaşmıştır. İşte bu aşamaya gelmiş hasta, telkine açık bir durumdadır. Sorunun kaynağını gidermeye yönelik telkinler hastada büyük etkiler yaratır.
Bu sayede, sinirsel kökenli hastalıklar, uykusuzluk, sindirim sistemi ülserleri, migren, bazı yüksek tansiyon tipleri, alkol, sigara ve ilaç bağımlılığı gibi hastalıkların tedavileri yapıldığı gibi, zayıflama, şişmanlıktan kurtulma, çocuklarda altını ıslatma, tırnak yeme gibi alışkanlıklar ve buna benzer psikolojik ve sinirsel şikayetler hipnozla iyileştirilmektedir.
Paylaş