Bağımlı; suçlu mu hasta mı?
009 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen deklarasyonun ve buna bağlı olarak geliştirilen eylem planının çizdiği yol haritasına dayanarak...
2009 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen deklarasyonun ve buna bağlı olarak geliştirilen eylem planının çizdiği yol haritasına dayanarak, üye ülkelerin ve ülkemizin siyasetçileri uyuşturucu sorunu ile başa çıkmak üzere şimdilerde talep azaltmaya özellikle odaklanmış durumdalar.
Talep azaltma, madde kullanımı ve bağımlılığın önüne geçmek üzere gerçekleştirilen her türlü etkinliği, uyuşturucu kavramı da, uluslararası sözleşmelerle kontrol altına alınan narkotik maddeler ile psikotropları kapsar. Esasen, uyuşturucu ile mücadele politikalarının temel dayanağını Birleşmiş Milletler’in üç sözleşmesi oluşturur. Bunlar, 1961 tarihli Uyuşturucu Maddeler Tek Sözleşmesi, 1971 tarihli Psikotrop Maddeler Sözleşmesi ve 1988 tarihli uyuşturucu ve psikotrop maddelerin kaçakçılığına karşı BM sözleşmesidir. Bu belgelere uymayı taahhüt eden, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 190’a yakın ülkenin arz ve taleple mücadelesinin sözleşmelere uygunluğunu, BM’nin 13 üyeli kısaca INCB olarak bilinen, ambargo yetkisine sahip Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu denetler. Bugünkü “Bağımlı suçlu mu, hasta mı?” başlıklı konuşmam 2010 yılında başkanlığını da üstlenmiş olduğum INCB’nin görüşlerini yansıtacaktır. Anılan sözleşmeler, uyuşturucunun arzı ve talebi ile mücadelenin entegre, çok disiplinli, bütüncül ve dengeli olmasını şart koşar. Toplum sağlığı ve güvenliğine ilişkin girişimlerin birbirini tamamlaması ve madde bağımlılığının ve buna bağlı sorunların önlenmesine, arz ile mücadele kadar önem verilmesini talep eder. Örneğin 1961 TEK sözleşmesinin 1972 protokolü ile değişiklik yapılan 38. Maddesi’ne göre taraflar, uyuşturucu maddelerin kötüye kullanımını önleyecek ve kullanıcıların erken teşhisi, tedavisi, eğitimi, tedavi sonrası bakımı, rehabilitasyonu ve topluma yeniden kazandırılması için gerekli tüm önlemleri almaya özen gösterecek ve bu amaçlara yönelik çabalarını koordine edecektir. Ayrıca taraflar, mümkün olduğunca, uyuşturucu madde kullanıcılarının tedavisi, tedavi sonrası bakımı, rehabilitasyonu ve topluma yeniden kazandırılmasında görev alan personelin eğitimini teşvik edecektir. Ayrıca taraflar işleri icabı uyuşturucu maddelerin kötüye kullanımıyla ilgili sorunlar ve bunların önlenmesi konularında tam bir bilgi sahibi olması gereken kişilere yardımcı olmak için gerekli tüm önlemleri alacaktır. Bağımlılık sendromu, Dünya Sağlık Örgütü'nce yayınlanan ve ülkemiz dahil dünya çapında ortak kullanımdaki hastalık kodlama sistemi, ICD-10’da Psikoaktif madde kullanımına bağlı zihin ve davranış bozukluklarının arasında yer alır. Bağımlı tanısının nasıl konacağı da bellidir. Karakteristik özelliği, kontrol edilemeyen dürtüsel bir davranış olan bağımlılığın nörobiyolojik ve davranışsal temellerine ilişkin bilimsel kanıtlara her gün bir yenisi eklenmektedir. Ayrıca bağımlılarda, nöronal gen transkripsiyonunun, bir başka deyişle genetik bilginin okunmasının etkilendiği de bilinmektedir. Beyni etkileyen ciddi, kronik, çok faktörlü bir hastalık olan bağımlılık, gerek farmakolojik ve gerekse psikososyal girişimlerle tedavi edilebilir. Bu nedenle ülkeler, bağımlılığı bir suç değil, sağlık sorunu olarak kabul etmeli, bağımlıların cezaevleri dahil, bulundukları her ortamda tedavi, bakım ve sosyal entegrasyonuna önem vermelidir. Bildiğiniz gibi kalp hastalığı ve kanser, yaşamı boyunca hiç sigara içmemiş ya da her zaman sağlıklı beslenen kişilerde de görülebilir. Hiç kimse, kalp hastası ya da kanser olan bir kişinin tedavisi, bu hastalıklara yol açan ve kontrolü elinde olmayan nedenlerin ortadan kaldırılması ya da başkalarına kalp hastalığı ve kanser bulaştırmaması için başvurulacak yöntemler arasında hastaya ceza vermeyi, onu hapsetmeyi hayal bile edemez. Benzer şekilde madde bağımlılığı ve bunun yol açtığı sağlık sorunlarının tedavisinde ceza adalet sisteminin devreye sokulamayacağı açıktır. Bağımlıları hapsetmek, bağımlılık tedavisi talep edenlerin ya da tedavi hizmeti verenlerin önüne yasal engeller koymak, uyuşturucu madde bağlantılı olsun ya da olmasın bağımlı mahkumları tedavi etmemek, insan ve hasta haklarına karşı olan uygulamalardır. Öte yandan bağımlılık, kalp hastalığı ya da kanser gibi bulaşıcı olmayan başka hastalıklardan farklıdır, çünkü bağımlılığın önlenmesi mümkündür. Bu nedenle ülkeler öncelikle madde bağımlılığını tıpkı tedavi uygulamalarındaki gibi, çağdaş, başarılı olduğu kanıtlanmış, bilime dayalı birinci basamak yöntemlerle önlemeye çalışmalıdır. Madde bağımlılığı ile mücadele, ister birincil önleme, isterse erken araya girme, tedavi, bakım, iyileşme ya da sosyal reentegrasyon basamaklarında gerçekleştirilsin, hassas grupların özel ihtiyaçları gözetilmediği takdirde başarılı olamadıkları görülmektedir. Bunlar çocuklar, ergenler, risk altındaki gençler, hamile olanlar dahil olmak üzere kadınlar, tıbbi ve psikiyatrik sorunları olan kişiler, azınlıklar ve sosyal açıdan marjinalize edilmiş gruplardır. Bu grupların hiç bir ayırımcılığa tabi tutulmadan verilen her türlü hizmetten eşit oranda yararlanması gerekir. Yüzyılı aşan uğraşlara rağmen, uyuşturucu maddelerin yasadışı imali, kaçakçılığı ve kullanımı dünya toplumlarının sağlığını tehdit etmeye devam ediyor. Ülkelerin sürdürülebilir gelişmesini, toplumların barış, huzur ve refahını engelliyor, fakirliğe, fuhuşa, istismara, eğitimsizliğe, ekonomik ve ahlaki çöküşe sürüklüyor. Bu başarısızlığın nedeni, her ne kadar uluslararası sözleşmeler uyuşturucu arz ve talebiyle mücadeleye eşit önem verilmesi gerektiğini belirtse de, uyuşturucu arzı ile mücadeleye daha fazla kaynak ayrılması ve bağımlılar cezalandırıldığı takdirde kullanımın caydırılabileceğinin sanılması olmuştur. Talebin olmadığı yerde, gelir elde edilemeyeceği için arzın da anlamsızlaşacağı açıktır. Bu yüzden taleple mücadele büyük önem taşımaktadır. Zorla ya da farkında olunmadan madde kullanımlarını bir yana bırakacak olursak, ilk kullanım elbette bir tercihtir. Bunun çok sayıda kişisel ve çevresel nedeni bulunur. Ancak madde kullanan, tıbben bağımlı tanısı aldığında, artık kontrol edilemeyen dürtüsel bir davranışın içindedir. Daha önce de belirttiğim gibi, genler üzerinde dahi değişikliklere yol açan, tedavisi mümkün, çok faktörlü, karmaşık bir beyin hastalığına tutulmuştur. Modern toplumlar madde kullanımı ve bağımlılığı yasal ya da ahlaki çerçeveden çıkartıp, ait olduğu bilim ve tıbbın alanına yerleştirdiğinde, bilimsel kanıtlara dayalı önleme, erken araya girme, tedavi, bakım, iyileştirme ve sosyal reentegrasyon yöntemlerini desteklediklerinde, uyuşturucuyla mücadelede nihayet hayati bir adım atılacaktır. Prof. Dr. Sevil ATASOY LABMEDYA
Paylaş